trgsaglik.com

Bölümlerimiz

Ağız ve diş sağlığı insan hayatının her döneminde büyük öneme sahiptir. Ağız ve diş sağlığı problemleri ve dişlerden kaynaklanan estetik sorunlar kişilerin hayatını ciddi anlamda olumsuz etkileyebilir. Ağız ve diş sağlığı problemleri genel sağlık üzerinde de etkili olabilir. Bu nedenle ağız ve diş sağlığı konusunda tam donanımlı sağlık kurumlarına ve alanında tecrübe sahibi profesyonel diş hekimlerine güvenmek gerekir. 
 
Koruyucu Diş Hekimliği Uygulamaları
‌Koruyucu diş hekimliği uygulamaları, genel olarak var olan ağız ve diş sağlığını korumaya yönelik uygulamalardır. Uzun yıllar doğru hijyenik bakım sağlanmamasının yanı sıra gerekli koruyucu önlemlerin alınmaması da ağız ve diş sağlığının bozulmasında önemli rol oynar. Bu nedenle günümüzde koruyucu diş hekimliği uygulamalarıyla henüz ağız ve diş sağlığı bozulmamışken gerekli önlemler alınarak ileride görülebilecek diş çürükleri ‌gibi sorunların önüne geçilir. Koruyucu diş hekimliği özellikle çocukluk ve gençlik çağlarında çok önemlidir. Genellikle bu yaş gruplarında koruyucu diş hekimliği uygulamaları, ‌topikal flor uygulamaları ve özellikle azı dişlere uygulanan ‌fissür örtücüler olarak sıralanabilir. 
 
‌Endodonti
Kimi zaman derin diş dokularını etkileyen çürükler, kimi zaman da travmalar ‌gibi sebeplerle dişlerin en derin dokusu olan ve içinde sinirler ile damar paketlerinin bulunduğu ‌pulpa dokusu zarar görür. Bu dokunun zarar görmesiyle ciddi ağrılara neden olan ‌pulpa hastalıkları görülebilir ya da dişler canlılığını yitirebilir. Dişlerin herhangi bir nedenle canlılığını koruyamaması durumunda dişin merkezinde yer alan sinir dokularının yani pulpanın temizlenmesi gerekir. Bu tedaviye ‌endodontik tedavi yani kanal tedavisi ismi verilir. ‌Endodonti üzerine uzmanlaşan diş hekimlerine ise endodontist denir. Endodontik tedavilerin ihmal edilmesi sonucu diş köklerinde lezyonlar oluşabilir, hatta diş kayıpları dahi görülebilir. Bu nedenle ‌endodontik tedaviler ağız ve diş sağlığında ciddi önem teşkil eder.
 
‌Periodontoloji
Ağız sağlığı denildiğinde dişler kadar diş etleri de önemlidir. Diş eti sağlığının bozulduğu durumlar bazen basit diş eti kanamalarından ibaret olsa da bazen de diş kayıplarına kadar gidebilen ciddi problemlerin görülmesine neden olabilir. Diş eti hastalıklarının tanı ve tedavilerini içeren diş hekimliği dalına ‌periodontoloji, bu alanda uzmanlaşan diş hekimlerine ise periodontolojist adı verilir. Diş taşı temizlikleri, diş kökü yüzeylerinin temizlenmesi ve cerrahi ‌küretajı, diş eti çekilmelerinin giderilmesi için periodontolojik tedaviler uygulanır. Bunların yanı sıra ‌implant çevresi diş eti dokularının hastalıkları, dişeti kanamaları, diş hassasiyeti ve ağız kokusu gibi hastalıkların teşhisi ve tedavisi periodontoloji bölümünde yapılır. 
 
Pedodonti 
Diş hekimliğinde çocuk tedavilerinin özel bir yeri bulunur. Erken yaşlarda görülen diş çürükleri hem ağız gelişimine zarar verir hem de çocuğun beslenmesinde yaratacağı olumsuz etkiyle genel sağlığına ve gelişimine de etki edebilir. Bunun yanında erken çocukluk döneminde gelişebilen diş hekimi korkusu, çocukların daha sonraki yaşamlarını zorlaştırabilir. Çocukluk döneminde ihtiyaç duyulan ağız ve diş gelişiminin takibi, süt dişi çürüklerinin tedavileri, bunun yanında erken dönem diş kayıplarına bağlı uygulanması gereken yer tutucular gibi uygulamaların tümü pedodontinin ilgi alanındadır. Pedodonti, 0-15 yaş arası hastaların tanı ve tedavilerinin  yanı sıra koruyucu uygulamaları da içerir.‌ Pedodontik uygulamalar dişsiz dönem, süt dişlerinin sürmeye başladığı dönem, sürekli dişlerin sürmeye başladığı karışık dişlenme dönemi ve sürekli dişlerin tamamlandığı dönem olmak üzere uzun bir süreci kapsar. Çocukların psikolojisinin olumsuz etkilenmemesi ve sağlıklı koşullarda diş tedavisi alması için gerekli durumlarda uzman pedodontistlere danışmak büyük önem taşır. 
 
Ağız ve Çene Cerrahisi
Ağız ve çene cerrahisi, dişler ve ağız dokularının yanı sıra çene kemikleri ve eklemlerini içeren cerrahi girişimlerin tümüyle ilgilenen cerrahi bilim dalıdır. Gömülü diş operasyonları, çene kemiklerinde oluşan kist ve lezyonların tedavisi, ‌implant tedavileri, çene kemiklerinin boyutsal kaybının giderilmesi amacıyla yapılan ‌greft yani kemik tozu uygulamaları, çene kırıklarının tedavisi, ‌apikal rezeksiyon ve bunlar gibi ağızla ilgili tüm cerrahi işlemler, uzman ağız ve çene cerrahları tarafından lokal anestezi altında gerçekleştirilir.
 
‌İmplantoloji 
Eski dönemlerde diş eksikliklerinin giderilmesi için yalnızca protez yöntemleri uygulanıyordu. Fakat diş eksikliklerinin giderilmesi amacıyla yapılan protezler, sağlam dişlerin küçültülerek zarar görmesi ve dişsiz ağızlarda ‌gerekli konforun sağlanamaması gibi eksiklikleri beraberinde getiriyordu. İmplantoloji tedavilerinin ortaya çıkmasıyla bu problemler olmadan diş eksikliklerinin ve tam dişsizliğin giderilmesi mümkün hale geldi. 
 
‌İmplant tedavileri, ‌implantların çene kemiğine yerleştirildiği cerrahi aşama ve üst yapıları olan protez dişlerin uygulandığı protez aşaması olmak üzere iki aşamadan oluşur. ‌İmplant uygulamaları sabit protez uygulamalarının gerçekleştirilebilmesi için ya da hareketli protezlerin ağızda daha stabil şekilde durabilmeleri için uygulanır. Gelişen teknoloji ile hemen her vakada implant tedavisi uygulanabilir.
 
Estetik Diş Hekimliği
Diş tedavileri denildiğinde ‌genellikle akla öncelikle çürük dişlerin tedavisi, eksik dişlerin telafileri gibi durumlar gelse de günümüzde diş ve diş etlerine bağlı gülüş estetiği de oldukça büyük önem taşır. Dişlerde görülen çürükler, aşırı renklenmeler, çapraşıklıklar, diş yüzeyindeki ve formundaki bozukluklar, diş etlerinin dişlere göre konumları gibi sebepler diş estetiğini olumsuz etkiler. Gülüş estetiğinin yeterince iyi olmadığı durumlar, kişilerde hem sosyal hem de psikolojik anlamda olumsuz etkilere neden olur. 
 
Gülüş estetiğini bozan durumlar, modern estetik diş hekimliği uygulamaları sayesinde düzeltilebilir. Beyazlatma tedavileri, ‌kompozit ya da porselen ‌lamina uygulamaları, porselen ‌venner uygulamaları ve diş eti düzenlemeleri gibi ‌uygulamalar estetik diş hekimliği uygulamaları arasında yer alır. 
 
Protez
Diş eksiklikleri, dolgu yöntemleriyle onarılamayacak kadar madde kaybı olan çürük dişler, diş kırıkları, dişin yapısına bağlı estetik problemler gibi sorunların çözümü diş protezleriyle mümkün olur.
 
Protez tedavileri çok geniş bir uygulama alanına sahiptir. Bunlardan ilki diş eksiklikleridir. Diş eksikliklerinin protez yöntemleriyle giderilmesinde iki çeşit uygulama mevcuttur. Bunlardan ilki dişsiz ya da çok az dişin bulunduğu ağızlara uygulanan hareketli yani takılıp çıkarılabilen protezler, diğeri ise dişteki madde kaybının fazla olduğu durumlarda yapılan kaplama tedavileri ve az sayıda diş eksikliği durumunda yapılan köprü uygulamaları yani sabit protezlerdir. Kaplamalar ve köprüler birçok farklı alternatif yöntem ve malzemeyle yapılabilir. 
 
Diş eksikliklerinin yanı sıra dişlerin diğer yöntemlerle giderilemeyen estetik eksikliklerinin bulunduğu durumlarda da protez ‌uygulamalarından faydalanılır. ‌Lamina porselenler böyle durumlarda uygulanan estetik protez uygulamalara örnektir. ‌İmplant üstü yapılar da yine çeşitli protez yöntemleriyle oluşturulur ve bunlara ‌implant üstü protezler adı verilir. 
 
Ortodonti
Diş çapraşıklıkları, diş kapanışlarındaki bozukluklar ile alt ve üst çenelerin birbirleriyle olan ilişkilerindeki bozukluklarla ilgilenen diş hekimliği dalı ortodonti, bu alanda uzmanlaşan diş hekimleri ise ortodondist olarak adlandırılır. Çapraşık ve düzensiz görünümdeki dişler, kişilerin gülüşlerinde en fazla rahatsız olduğu durumlardan biridir. Bunun yanı sıra boşluklu dişler ve çenelerin kemiklerinin birbirleriyle olan konumlarındaki uyumsuzluk gibi başka etkenler de hem dişlerin görünüşünü hem de yüz estetiğini kötü şekilde etkiler. Bu tür bozukluklar bir diğer taraftan çiğneme fonksiyonunu da bozabilir. Bütün bu diş görünümü ve çene yapısı sorunlarının en sağlıklı şekilde çözümü, halk arasında tel tedavisi olarak da anılan ‌ortodontik tedavi ile mümkün olur.
Vücudun çeşitli yabancı maddelere aşırı reaksiyonu sonucu ortaya çıkan rahatsızlıklara alerjik hastalıklar denir. İmmünolojik hastalıklar ise vücudun bağışıklık sistemini hedef alan rahatsızlıklardır. Bu iki hastalık grubuyla, sağlık kuruluşlarının Alerji ve İmmünoloji bölümleri ilgilenir. Çocuk ve erişkinlere yönelik Alerji ve İmmünoloji bölümleri, donanımlı tetkik ve tedavi imkânları sunar.
 
En Sık Görülen Alerji Çeşitleri
 
ASTIM
Astım, solunum sıkıntısı ataklarına yol açabilen kronik bir solunum sistemi hastalığıdır. Akciğerlerdeki hava yollarında daralma sonucunda nefes darlığı, öksürük ve hırıltılı solunum gibi belirtilerle seyreder. Alerjik ve kronik astım olmak üzere iki farklı şekli vardır. Alerjik astım, alerjik nezle ve atopik dermatit ile birlikte önemli alerjik kökenli hastalıklardan biridir. Alerjik astım, diğer alerjik hastalıklar gibi bağışıklık sisteminin belirli dış uyaranlara aşırı tepki göstermesi ile karakterize bir rahatsızlıktır. Kronik astım ise genellikle 30-40 yaşlarında başlayan ve solunum yollarında meydana gelen iltihaplanmalar ve daralmalar nedeniyle ortaya çıkan astım türüdür. Astım tedavisinde antienflamatuar ve bronkodilatör ilaçlar kullanılır ve belirtiler genellikle ilaçlarla kontrol altına alınabilir. Alerjik astımda vücudun tepki verdiği alerjen maddelerden uzak durmak tedavinin önemli bir parçasını oluşturur.
 
ALERJİK NEZLE 
Alerjik nezle ya da tıbbi adıyla alerjik rinit, hapşırma, burun kaşıntısı, burun tıkanıklığı ve burun akıntısı ile karakterize, vücudun savunma sisteminin aracılık ettiği bir hastalıktır. Alerjik nezle halk arasında daha çok saman nezlesi olarak bilinir. Bu tam olarak doğru değildir; çünkü saman nezlesi terimi aslında sadece çayır, çimen ve yabani ot polenlerine karşı alerjik durumu ifade eder. Buna karşılık alerjik rinit, polenlerin dışında evcil hayvan tüyü, ev tozu akarları veya küfler gibi diğer ajanlar tarafından da tetiklenebilir. Hastalık tüm yaş gruplarında yaygındır. Genellikle çocuklukta başlar ve yaşam boyunca devam eder.
 
GÖZ ALERJİSİ
Göz alerjisi ya da alerjik konjonktivit gözün yüzeyini kaplayan tabakanın vücudun polen, toz gibi bir alerjene aşırı tepkisi sonucu iltihaplanmasıdır. Kaşıntı, yanma, kızarıklık, akıntı, yabancı cisim hissi göz alerjisinin ana belirtileridir. Prensip olarak, göze giren herhangi bir madde alerjik konjonktivite neden olabilir. En yaygın tetikleyiciler polen, küf sporları, evcil hayvan tüyleri ve ev tozu akarları gibi havada yaygın olarak bulunan alerjenlerdir. Genellikle alerjik nezle ile birlikte görülür ve tedavi edilmezse gözlerde kalıcı hasar bırakabilir.
 
HIŞILTILI ÇOCUK (WHEEZİNG İNFANT) 
Hışıltı, nefes verirken göğüsten duyulan ıslık tarzında bir sestir ve solunum yollarında iltihabi duruma bağlı darlık oluştuğunda ortaya çıkar. 5 yaş altı çocuk ve bebeklerde yılda 3 defadan fazla tekrarlayan ya da bir aydan daha uzun süren hışıltılı olması durumunda ise hışıltılı çocuktan söz edilir. Çocuklarda hışıltı besin alerjisi, alerjik nezle veya alerjik astımın önemli bir bulgusu olabilir. Alerji ve astım dışında bronşiolit gibi başka hastalıklarda da görülebilir.
 
ÜRTİKER (KURDEŞEN) 
Ürtiker ya da kurdeşen ciltte ortası soluk kaşıntılı ve şiş döküntü oluşumuyla karakterize bir rahatsızlıktır. Ürtikere neden olabilecek veya ürtikeri tetikleyebilecek birçok faktör vardır. Olası nedenler ilaçlar, enfeksiyonlar, alerjiler, soğuk hava, basınç gibi çok çeşitlidir. Bazen ürtikere tam olarak neyin sebep olduğu tespit edilemez. Ürtiker, yaşam kalitesini ciddi şekilde etkileyebilen; fakat bulaşıcı olmayan bir hastalıktır. Hastalık altı haftadan kısa sürerse akut, altı haftadan daha uzun sürerse kronik ürtikerden söz edilir.
 
GIDA ALERJİSİ
Gıda alerjisi, bağışıklık sisteminden kaynaklanan ve vücudun bazı yiyeceklere gösterdiği aşırı duyarlılık sonucu oluşan bir rahatsızlıktır. Aşırı duyarlılık, vücut savunmasının gıdadaki bazı bileşenlere verdiği reaksiyonun artmasının bir sonucudur. Besin alerjilerinde ortaya çıkan şikâyetler çok çeşitlidir. Belirtiler kulak, burun ve boğaz, akciğerler, sindirim sistemi cilt ve mukoza zarlarıyla ilişkili olabilir.
 
BÖCEK ALERJİLERİ
Böcek alerjileri bal arısı, eşek arısı gibi belirli bir böceğin zehrine karşı vücutta aşırı bir reaksiyon oluşmasıdır. Vücut bağışıklık sisteminin oluşturduğu bu reaksiyonlar farklı şiddetlerde ortaya çıkabilir. Böcek alerjileri polen, ev tozu akarı veya hayvan kıllarına karşı alerjiden daha az görülmekle birlikte, hayatı tehdit edici anaflaktik şoka neden olabilecek şiddetli alerjik reaksiyon riski daha yüksektir.
 
ANAFLAKSİ (ALERJİK ŞOK)
Anaflaksi, en güçlü alerjik reaksiyondur ve alerjene tüm vücudun tepki göstermesi durumudur. Anaflakside alerjenle temastan kısa süre sonra alerjik reaksiyon ortaya çıkar ve hastanın genel durumu hızla bozulur. Solunumu engelleyerek çok hızlı bir şekilde hayati tehlike oluşturabileceğinden, her zaman derhal tedavi edilmesi gereken tıbbi bir acil durumdur. Dudaklarda şişme ve nefes darlığı alerjik şok için önemli uyarı işaretleridir.
 
Alerji Testleri
Çocuk ve erişkinlere yönelik Alerji ve İmmünoloji bölümünde yapılan önemli testler ve tedavi uygulamaları aşağıda sıralanmıştır. 
 
​​​​SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ 
Spirometri adı verilen bir cihaz yardımıyla hava yollarının durumunu ve akciğer kapasitesini değerlendirmek amacıyla yapılan testlerdir. Spirometri ile yaş, boy ve cinsiyet dikkate alınarak maksimum solunum kapasitesi belirlenir.
 
ALERJENLE PROVOKASYON TESTİLERİ
İlaç provokasyon (yükleme) testi
 
İlaç provokasyon testi, ilaç alerjilerinin tanısında ve bazı durumlarda tedavisinde kullanılır. Bu test, ciddi riskler taşıdığı için bu konuda deneyimli alerji ve immünoloji uzmanı tarafından acil şartlarında yapılması gerekir.
 
Besin provokasyon testleri 
 
Gıda alerjilerinde tanı amaçlı kullanılan önemli bir testtir. Şüpheli besinler önce diyetten çıkarılır. 2-4 haftalık alerjensiz diyetten sonra ilgili besin bir uzman eşliğinde azar azar hastaya verilerek vücudun verdiği tepkiye göre sonuç değerlendirilir.
 
EGZERSİZ TESTİ
Egzersiz testi, eforla artan solunum sıkıntısı şikâyeti olan hastalarda yapılır. Hastanın 4-6 dakika süreyle eğimli bir koşu bandında koşması istenir. Egzersiz sonrası yapılan solunum fonksiyon testlerinde öncesine göre düşme olup olmadığı değerlendirilir.
 
RADYOLOJİK TETKİKLER
Alerjik astım, kistik fibrozis gibi hastalıkların tanısı ve takibinde akciğer grafisi, bilgisayarlı tomografi veya manyetik rezonans görüntüleme gibi radyolojik görüntüleme yöntemleri de kullanılır.
 
TER TESTİ
Doğumsal bir hastalık olan kistik fibrozis hastalığı tanısında kullanılan ve çocuk immünoloji ve alerji bölümünde yapılan bir testtir. Bu testte terdeki klor miktarı ölçülür. Kistik fibroziste ter bezlerinin çalışmasında bozukluk vardır ve terdeki sodyum ve klor miktarı artmıştır.
 
DERİ PRİCK – İNTRADERMAL TESTLERİ 
Deride uygulanan ve hastanın hangi maddelere karşı alerjisi olduğunu belirlemek için yapılan testlerdir. Bu testler farklı alerji türleri için farklı maddelerle yapılır. İlaç alerjilerinde ilaçlar ile deri testi ya da gıda alerjisi durumunda besinler ile cilt testleri yapmak mümkündür.
 
Prick testi: 
 
Ön kolun iç kısmına steril bir lanset yardımıyla çizilikler yapılır ve her bir çiziğe farklı alerjen maddeler damlatılır. Ciltte oluşan tepkiye göre kişinin hassas olduğu maddeler belirlenir.
 
İntradermal testi: 
 
Bu testte ise alerjen maddeler ince bir enjektörle ön kolda deri içine verilir.
 
Kanda spesifik IgE bakılması (RAST Testi)
İmmünoglobulin E (IgE) tipindeki alerjene spesifik antikorlar, alerjik reaksiyonlara aracılık etmekten sorumludur ve bu nedenle alerji teşhisinde önemli bir rol oynar. Bu yöntem deri prick testinin yapılamadığı durumlarda (örneğin küçük bebeklerde) tercih edilir. RAST testi, deri prick testine göre daha az tercih edilir, çünkü daha az güvenlidir.
 
İmmünoterapi 
İmmünoterapi, alerjik hastalıklarda görülen belirtilerin tedavisinde kullanılan bir yöntemdir. Bu yöntemde alerjiye neden olan madde, hastaya belirli aralıklarla verilerek bağışıklık sisteminin oluşturduğu tepki tetiklenir. Sonunda immünotolerans olarak adlandırılan ve alerjene maruz kalma durumunda ortaya çıkan belirtilerin azalması ya da ortadan kalkması hedeflenir.
Beyin Cerrahisi Nedir?
 
Beyin ve yakın yapılarla ilgili sorunları tedavi etmek için beyin üzerinde yapılır. Kafatasından geçmeyi ve beyni oluşturan yumuşak dokuya erişmeyi içerir. Bu tür operasyonları yürüten kişilere beyin cerrahları denir. Böyle bir operasyona hak kazanmak için yıllarca eğitimden geçerler.
 
Teşhisler 
Bir takım koşullar beyin cerrahisini gerektirebilir. Bunlardan biri beyin tümörüdür. Ondan kurtulmanın tek yolu onu kesmektir. Ayrıca solucanlar gibi istilacı parazitler beyin cerrahisine yol açabilir. Anevrizmalar gibi diğer durumlar beyin cerrahisine yol açar.
 
Tanı, yumuşak doku görüntüleme tekniklerinin kullanılmasıyla gerçekleşir. Kullanılan en yaygın yöntem MRI makinesidir. Nadir durumlarda bir CT taraması da kullanılabilir. Bazı durumlarda, minimal invaziv tekniklerle biyopsi alınır.
 
Tedavi
Beyin bozukluklarını tedavi etmek karmaşıktır. İlk olarak doktor, kafatasına giriş yapacağı kısımdaki kılları tıraş eder. Bu, kontaminasyonu önlemek için yapılır. Tıptaki son gelişmeler nedeniyle, ameliyat hasta tamamen uyanıkken yapılabilir.
 
Tamamen uyanık beyin ameliyatı, bir şeye dokunması durumunda doktorun uyarılmasına yardımcı olur. Bazen doktor başın üst kısmı dışında başka bir yere de kesi yapabilir. Örneğin, burun yoluyla minimal invaziv bir cihaz kullanabilir. Cihaz ayrıca ağzın çatısındaki bir delikten de sokulabilir. Minimal invaziv teknikler, yara izi miktarını azaltmaya yardımcı olur. Bir şeylerin yanlış gitme riski daha azdır. Ayrıca hastanın iyileşme süresi daha kısadır. Bunun nedeni, iyileşmesi gereken birkaç yapıdır.
 
Bir beyin ameliyatı, hastanın en az bir gün hastanede kalmasını gerektirir. Bu süre düzenli olarak taramalar yaparak geçirilir. Ayrıca ağrı kesici ilaç verilecektir. Düzenli taramalar, doktorun düzeltilmesi gereken yanlış bir şey olup olmadığını belirlemesine yardımcı olur. Nadir durumlarda, daha ileri testler için hastadan bir süre daha kalması istenir.
 
İyileşme süresi aylar veya haftalar alabilir. Bir hasta ameliyattan sonra biraz ağrı beklemelidir. Sonuç olarak, rahatsızlığı azaltmak için bazı ağrı kesici ilaçlar almak gerekir. Yaranın hijyenik tutulması da önemlidir. Herhangi bir enfeksiyon olmadan daha hızlı iyileşmesine yardımcı olur.
 
Hastanın çok fazla dinlenmesi gerekiyor. Bu, vücuda normal şekilde çalışmaya devam etmesi için ihtiyaç duyduğu enerjiyi verecektir. Ek olarak, vücudun ameliyattan tamamen iyileşmesini sağlayan özel bir diyet almaları gerekir. Bazen bir hastanın fizik tedaviye ihtiyacı olabilir. Bunun nedeni, beyin cerrahisinin hareket etmede bozulmaya neden olduğu biliniyor olmasıdır. Erken müdahale edilmezse kas atrofisine neden olabilir. Hastanın konuşma terapisine gitmesi de gerekebilir. Doğru konuşma becerilerinin kaybı, beyin ameliyatı ile olma eğilimindedir.
 
 
Beyin Kanamaları
 
Beyin kanaması beynin içinde ya da beyin ve kafatası arasındaki bölgede görülür. En sık rastlanan türü bölgedeki damarlardan birinin zamanla zayıflayıp kan basıncına dayanamaması sonucu çatlaması sonucu oluşmaktadır.  
Beyinde pek çok damar bulunur ve bu damarlardan birinin zarar gördüğü durumlarda bölgede enflamasyon ve ödem görülebilir. Beyin ve beyni çevreleyen dokuda bir kanama olduğunda bu bölgede kan birikir ve bu birikme de beyinde basınca yol açar. Hemen müdahale edilmemesi hâlinde bu basınç beyinde çeşitli zedelenmelere sebebiyet verebilir.
 
İnme
 
İnme, beyindeki zayıf kan akışının hücre ölümüne neden olduğur tıbbi durumdur.[5] Başlıca iki türü vardır: kan akışının olmaması nedeniyle iskemik ve kanama nedeniyle hemorajik.[5] Her ikisi de beynin bölümlerinin düzgün çalışmayı durdurmasına neden olur.[5] İnmenin belirti ve semptomları, vücudun bir tarafında hareket edememe veya hissetmeme, anlama sorunları veya konuşma, baş dönmesi veya bir tarafta görme kaybı’nı içerebilir.[2][3] İşaretler ve semptomlar genellikle inme meydana geldikten hemen sonra ortaya çıkar.[3] Semptomlar bir veya iki saatten az sürerse inme geçici iskemik atak (TIA), ayrıca mini inme olarak da adlandırılır.[3] Bir hemorajik inme ayrıca bir şiddetli baş ağrısı ile ilişkili olabilir.[3] İnmenin semptomları kalıcı olabilir.[5] Uzun vadeli komplikasyonlar arasında pnömoni ve mesane kontrolünün kaybı yer alabilir.
 
Travmalar 
 
Kafa travmaları, kaza ya da kavga gibi bir olay anında kafaya darbe alınması sonucu oluşur. Başına darbe alan kişinin en kısa sürede tam donanımlı bir hastaneye gitmesi gerekir. Bazen travmanın şiddetine göre sonuçları ön görülebilir. Hastadaki bulguların detaylı değerlendirmesi ile tedavi süreci planlanır.
Darbe sonucu kafa derisinde şişme, kafatasında kırılma, beyin dokularında kan birikmesi gibi ani müdahale gerektiren durumlar görülebilir. Burun, göz, elmacık kemiği gibi yüzde çeşitli bölgelere alınan darbeler de kafa travması oluşmasına sebep olabilir. Eğer yüz bölgesine şiddetli bir darbe söz konusu ise en kısa sürede bir doktora muayene olmak faydalı olacaktır.
 
Tümör
https://tr.wikipedia.org/wiki/T%C3%BCm%C3%B6r
Tümör (ur; neoplasm; tumor) tanımı önceleri vücuttaki herhangi bir şişlik ya da kitle için kullanılırdı (yangıda, ödem ve şişlik nedeniyle oluşan doku büyümesi için bile “tumor” nitelemesi yapılmıştı). Sonraları hücrelerin kuralsız ve sınırsız çoğalmaları nedeniyle oluşan kitleler için kullanılmaya başlandı. Yaşamın herhangi bir döneminde organizmanın bir bölümündeki hücre¬ler biyolojik niteliklerini düzenleyici kurallara uyum göstermez ve sınırsız ola¬rak çoğalabilir (otonomi). Bu nitelikleri içeren bir kitleye tümör ya da neoplazm (neoplasm; yeni gelişen kitle) adı verilir. Tümör kitleleri vücudun kendi hücrele¬rinden yapılıdır.[1][2][3]
Tümörle ilgili en eski bulgular tarih öncesi (prehistorik) ve erken historik çağlardaki insan kemiklerinden elde edilen paleopatoloji verilerine dayanmaktadır. Kötü huylu (malign) tümörlerle ilgili tanımlamalar ise M.Ö. 1500 yılına dek uzanır. Hippocrates bu tür oluşumları karkinoma olarak adlandırmıştı.[1]
 
Damar Bozuklukları
 
Beyindeki damarların bazı patolojik durumlardan dolayı tıkanmasına, daralmasına veya yırtılma durumlarına beyin damar hastalıkları denir. Aynı zamanda bu hastalıklar için stroke, inme ve serebrovasküler hastalık gibi isimlerde söylenebilir. Beyin vücudumuzda çok önemli bir yere ve göreve sahip olduğu için beyinde oluşacak hastalıkların önemli derecede büyük sorunlara yer açabilir. Beyinde oluşacak sorunlar ile insanlarda felç (pleji) veya kısmi felç (parezi),bilinç bozukluğu, görme bozukluğu, denge bozukluğu, konuşma bozuklukları (afazi) gibi sorunlar ortaya çıkabilir. Beyin damar hastalıkları dünyada ölüm sebebi olarak ilk üçe girmektedir. Ve Morbidite denilen hastalık sonrası hasar bırakma konusunda da ilk sırada yer almaktadır. 
 
Parkinson & Epilepsi
 
Parkinson hastalığı, beyindeki  nöronların işlev bozukluğu sonucu ortaya çıkan kronik ve ilerleyici giden hareket bozukluğuna neden olan bir hastalıktır.  Etkilenen nöronların bazıları, beyninizin hareket ve koordinasyonu kontrol eden kısımlarına mesaj gönderen bir kimyasal olan dopamini üretir. Beyindeki dopamin miktarı
Parkinson’un ilerlemesiyle azalır ve hastaları hareketi kontrol edemez hale getirir.
 
Epilepsi halk arasında sara hastalığı olarak da bilinen kronik (uzun süreli) bir hastalıktır. Epilepside beyinde bulunan nöronlarda ani ve kontrolsüz boşalmalar (deşarjlar) olur. Bunun sonucunda hastada istemsiz kasılmalar, duyusal değişiklikler ve bilinç değişiklikleri meydana gelir. Epilepsi nöbetler halinde olan bir hastalıktır. Nöbet aralarında hasta sağlıklıdır. Hayatında yalnızca bir nöbet geçiren hasta, epilepsi hastası olarak kabul edilmez.
Dünya üzerinde yaklaşık olarak 65 milyon epilepsi hastası mevcuttur. Epilepsinin kesin tedavisini sağlayabilen bir ilaç şu an için mevcut olmasa da nöbet geçirmeyi önleyici stratejiler ve ilaçlar ile kontrol altında tutulabilen bir rahatsızlıktır.
 
Omurilik ve Periferik Sinirler
Omurilik, omurga denilen kemik bir yapının içinde boyundan kuyruk sokumuna kadar uzanan ve ortasında yine boydan boya bir kanal içeren merkezî sinir sisteminin bir parçasıdır.
İlk lumbar, omurun alt kenarına kadar devam eder. Buradan itibaren sinirler atkuyruğu şeklinde yayılır. Yaklaşık olarak kadınlarda 43 cm, erkeklerde ise 45 cm uzunluğunda ve 35-40 gram ağırlığındadır. Omurilik soğanından gelen refleksleri kontrol eder ve tam olarak beyinde başlar.
 
Periferik(çevresel sinir sistemi)
beyin ve omurilik haricindeki sinirler ve gangliyondan oluşur. ÇSS’nin ana işlevi, merkezi sinir sistemi (MSS) ile organ ve uzuvlar arasındaki iletişimi (bağlantıyı) sağlamaktır. Omurga ve kafatası gibi kemiklerle veya kan-beyin bariyeri ile korunan MSS’nin aksine ÇSS’nin koruması yoktur. Bu yüzden toksinler ve mekaniksel hasarlara maruz kalabilir. Çevresel sinir sistemi, somatik sinir sistemi ve otonom sinir sistemine ayrılır. Bazı yazılı medyada bunlara duyu sistemi de dahil edilir.
 
UBE Omurga Cerrahisi
 
(Unilateral Biportal Endoskopik) UBE Omurga Cerrahisi Nedir ?
Unilateral Biportal Endoskopi (UBE) Omurgaya 5 ve 8mm’lik iki adet delikten girilerek, kas ve dokular kesilmeden endoskopi video kamerasının 35 kat büyütmesi ile yüksek güvenlikli minimal invaziv bir cerrahidir.
Hangi Durumlarda Tercih Ediliyor?
Omurga orta hat kanal darlığında, orta hat fıtıklarında, faset kitlerinde omurilik kanalını sıkıştıran aşırı büyük fıtık parçalarında, Faset eklem kistlerinde vida ve kafes yerleştirilmesinde kullanılabiliyor.
Yaralanmanın çok daha az olması nedeniyle çoğu zaman omurga vidalama ihtiyacını ortadan kaldırıyor.
Her yaş grubuna da uygulanabilir.
 
Bel Kayması (Spondilolistezis), 
 
Spondilolistezi, bir omurun altında bulunan diğer bir omur üzerinden ileriye doğru kaymasıdır. Bu kaymayı mümkün kılan, normalde omurun ön ve arka bölümünü birleştiren ve pars artikularis diye adlandırılan kemik köprünün her iki taraflı olarak kırılmış olmasıdır. Bu durum ise spondilolizis olarak adlandırılır.
 
Omurilik Tümör Ameliyatları
 
Omurilik tümörü, omurilikte veya omurilik zarında görülen, omurga kemiklerini etkileyen ve yumuşak dokularda büyüme gösteren tümörlerin tamamına verilen isimdir. İntradural tümör olarak da adlandırılan omurilik tümörü, yerine ve boyutuna göre hasta kişilerde farklı belirtilerle kendini göstermektedir. Beyin işlevlerinin vücuda iletilmesinde yer alan ve sinir sisteminde önemli bir rolü olan omurilikte kanserli hücrelerin bulunması son derece tehlikeli sonuçları meydana getirmektedir. 
Buna ek olarak, kötü ve iyi huylu olabilen tümörlerin ise çoğunlukla görülme olasılığı çok düşüktür. Aynı zamanda, omurilik tümörleri genellikle iyi huylu hücrelerden meydana gelmektedir. Sinir sistemi ve en basit işlevlerde bile görev alabilen omurilikte rastlanan tümörlerin tedavisi ise cerrahi yöntemler aracılığı ile olmaktadır. Günümüzde, özellikle de modern tıbbın ulaştığı nokta göz önünde bulundurulduğunda, potansiyel riskler büyük oranda ortadan kaldırılmaktadır.
 
Cerrahi Operasyon (Omurilik Tümörü Ameliyatı)
Omurilik tümörünün tedavisi için yaygın olarak cerrahi operasyonlar uygulanmaktadır. Özellikle de mikrocerrahi sayesinde, hastaların vücudunda yalnızca çok küçük kesiler açılarak ameliyat gerçekleştirilmektedir. 
 
Böylece, omurilik zarı ve omuriliğin içerisinde bulunan ve çok büyük boyutta olmayan iyi huylu tümörler kolaylıkla alınmaktadır. Bununla beraber, kötü huylu tümörlerde ise farklı prosedürler uygulanmaktadır. Tümörün tamamen alınamadığı durumlarda ek tedaviler uygulanmaktadır. Bazı durumlarda ise hastaya implant takılmaktadır.
Onkolojik Cerrahi, kanser teşhisi, kanserin evresinin tespiti ve tedavisi için cerrahiyi kullanmaya odaklanan bir alandır. 
 
Onkolojik cerrahlar, kanserli doku ve organların mümkünse çıkarmaya veya tümör boyutlarını küçültmeye yönelik cerrahilerin yanı sıra hastalığın neden olabileceği ağrıyı kontrol etmeye, hastanın kansere bağlı semptomları ve yan etkilerini yönetmeye yardımcı olmak için palyatif ameliyatlar da yapabilirler.
 
Bir hastanın ameliyat için aday olup olmadığı, tümörün tipi, büyüklüğü, yeri, derecesi ve evresi gibi faktörlerin yanı sıra yaş, fiziksel uygunluk ve diğer tıbbi durumlar dahil olmak üzere hastanın sağlığına ilişkin konulara da bağlıdır.
Onkolojik Cerrahi uygulamalarında hastanın diğer sağlık göstergeleri incelenir ve tümörün boyutuna, bulunduğu yere ve metastaz yapıp yapmadığına göre değerlendirilerek açık, laparoskopik veya robotik cerrahi ile uygulanabilir. 
 
Cerrahi Onkoloji kanser tedavisinde kanserli bölgenin ameliyat edilerek  alınmasıdır. Cerrahi Onkoloji kanser tedavisinde çok  önemli bir yere sahiptir.  Merkezlerimizde  minimal invaziv cerrahi işlemler yapılmaktadır.
 
Kanser tedaviniz için alanlarında uzman onkolog ve dallarında uzmanların bir arada çalışmasını  ile oluşan Multidisipliner Tümör Konseyinde hasta değerlendirmesi toplantıları ile de kullanacağımız kemoterapi, radyoterapi, cerrahi onkoloji, hedefe yönelik tedavi, seçeneklerine yönelik tartışmalar yaparak hastalara özgü  en uygun tedavi planlarını belirleniyor.
 
Genel Cerrahi bölümlerimizde; meme kanseri tanısı, meme kanseri tedavisi  ve iyi huylu meme tümörleri ve hastalıkları, yemek borusu kanseri tanısı, yemek borusu kanseri tedavisi ve yemek borusu iyi huylu hastalıkları, mide kanseri tanısı, mide kanseri tedavisi, kolon kanseri tanısı, kolon kanseri tedavisi, rektum tümörleri, anorektal tümörler, karaciğer kanseri tanısı ve karaciğer kanseri tedavisi, karaciğer iyi ve kötü huylu tümörleri, kistleri, safra kesesi ve yolları tümörleri, pankreas kist ve tümörleri cerrahisi gerçekleştirilmektedir
 
Kadın Hastalıkları ve Doğum bölümleri içinde kadın kanserleriyle ilgilenen Jinekolojik Onkoloji Ünitesi’nde; rahim ağzı kanseri, yumurtalık kanseri, vulva-vajen kanserleri ile trofoblastik tümörlerin tedavisine yönelik olarak laparoskopik işlemler gerçekleştirilmektedir.
 
Beyin cerrahisi onkolojisi (nöroşirürjik onkoloji) bölümü altında; beyin ve omurilik tümörleri, beyin sapı tümörlerinin cerrahi yoldan tedavisi gerçekleştirilmektedir.
 
Ürolojik kanser hastalıklarının tedavisinde de multidisipliner yaklaşım önem taşımaktadır. Böbrek ve testis kanserinin yanı sıra diğer ürolojik onkoloji ameliyatları bu konuda deneyimli uzman üroloji cerrahi ekibi tarafından gerçekleştirilmektedir.
Çocuk cerrahisi, doğumdan 16 yaşına kadar çocukların cerrahi ve ürolojik problemlerinin tanı ve tedavisi ile uğraşan cerrahi bir bilim dalıdır. Tüm sindirim ve solunum sistemi, çocuk jinekolojisi, kalp hariç olmak üzere göğüs, baş boyun, onkolojik, travma ve endokrin cerrahisi ile ilgilenir. Tanısal ve girişimsel anlamda endoskopik uygulamaların yanı sıra laparoskopik ve torakoskopik cerrahi müdahaleleri de kapsayan çocuk cerrahisi, doğum öncesi bilinen ya da doğumdan sonra meydana gelen anomalilerin cerrahi operasyonlar ile giderildiği branştır. Normal cerrahiden farklı olarak çocuk hastalıkları üzerine uzmanlaşan bu bölüm; yeni doğan ünitesi, yoğun bakım, onkoloji ve travma gibi pek çok bölüm ile birlikte çalışır. Bu alanda uzmanlaşan hekimler 6 yıl tıp fakültesi okuduktan sonra 6 yıl da çocuk cerrahisi üzerine uzmanlık eğitimi alır.
 
Çocuk cerrahisi nedir?
Çocuk cerrahisi, doğum öncesi oluşan anomalilerin yanı sıra çocukluk çağında edinilmiş hastalıkların ve travmalara bağlı olarak gelişen pek çok farklı durumun, tanı ve tedavisi ile uğraşan bilim dalıdır. Kişiler, çocukluk çağında geçirilen cerrahi girişimin sonuçlarını, bir ömür boyu üzerinde taşıyacakları için onların fizyolojisi ve psikolojisi göz önünde bulundurularak, gelişimine zarar vermeyecek şekilde çalışmak konusunda son derece hassastır. Yenidoğan hastalarda hormonal düzenlenme henüz yeni başladığından metabolizmaları, çocuklara ve yetişkinlere göre farklıdır. Bağışıklık sistemlerinin henüz gelişmemiş olmasından kaynaklı olarak enfeksiyonlara karşı dirençleri düşüktür. Çocukluk dönemindeki hastalarda ise yetişkinlerden farklı olarak, hücre bölünmesi reprodüktif amaçtan ziyade fiziksel ve zihinsel büyümeyi gerçekleştirmek için sağlanır. Hücre bölünmesinin hızlı olması, yetişkin ve yaşlı hastalara göre iyileşme süresini kısalttığından infantlar olarak adlandırılan çocuklar fiziksel travmalara karşı çok daha dirençlidir. 
 
Çocuk cerrahi hastalıkları
Çocuk cerrahisi yanıkların yatarak ve ayakta tedavisinin yanı sıra trafik kazaları, düşme ve benzeri kaynaklı vücut travmaları, kesici ve delici aletler ile oluşan karın ve göğüs travmaları, hırpalanmış çocuk sendromu gibi pek çok durum ile ilgilenir. Bunların yanı sıra şu hastalıklarla da ilgilenmektedir:
 
Sindirim Sistemi Çocuk Cerrahi Hastalıkları: Özofagus olarak bilinen yemek borusu darlıkları, korozif özofajit yani yanıcı ve yakıcı maddelerin içilmesi ile ortaya çıkan hastalıklar, mide darlıkları, tıkanıklık ve ülser, gastroözofagial reflü, ince bağırsak tıkanıklıkları, polip varlığı, inflamatuar bağırsak hastalıkları, megakolon, hirschsprung hastalığı, apandisit, dalak hastalıklarının yanı sıra kabızlık, makatta çatlak ve fistül oluşumu, hemoroid, kasık ve göbek fıtıkları, karaciğer kist, apse ve tümörleri, pankreas kist ve tümörleri gibi pek çok hastalık cerrahi müdahale gerektirebilen çocukluk çağı hastalıkları arasında yer alır. 
Solunum Sistemi Çocuk Cerrahi Hastalıkları: Akciğer ve akciğer enfeksiyonuna bağlı olarak gelişen hastalıklar, soluk borusu hastalıkları, soluk borusuna kaçan yabancı cisimlerin çıkarılması ve diğer bronkoskopik girişimler, kunduracı göğüs ve güvercin göğüs olarak bilinen göğüs kafesi deformiteleri çocuk cerrahisinin uzmanlık alanında yer alan solunum hastalıklarındandır.
Çocukluk Çağında Kanser Hastalıkları: Böbrek, akciğer, karaciğer, over, testis, lenf bezi ve yumuşak doku tümörlerinin yanı sıra sinir elemanlarından kaynaklı diğer tümörleri ile multidisipliner olarak çocuk cerrahisi ilgilenir.
Çocuklarda Hormonal Hastalıkların Cerrahi Tedavisi: Tiroit bezi, pankreas, böbrek üstü bezi hastalıklarının tanı ve tedavisi ile ilgilenir.
Çocuklarda Baş Boyun Cerrahisi: Doğumsal ve edinilmiş boyun kistleri ve sinüsleri çocuk cerrahisinin uzmanlık alanında yer alır.
Yenidoğan çocuk cerrahi hastalıkları
Fetüsün gelişimi sırasında genetik olarak aktarılan hastalıklar, şekil bozuklukları sonucu, çevresel faktörlerden kaynaklanan anomaliler, gebelikte kullanılan ilaçlar ve geç gebelik sonucu ortaya çıkan şekil ve fonksiyon bozuklukları yenidoğanlarda çocuk cerrahisini ilgilendiren hastalıklara yol açabilir. Doğuştan gelen bu anomalilerin toplumda görünme sıklığı %3 ile %5 arasındadır. Bu hastalıklar şu başlıklar altında incelenebilir:
 
Anorektal Malformasyonlar: Sindirim sisteminin son kısmı olan bağırsaklar, genital sistem, idrar yolları ve rektum olarak bilinen kalın bağırsağın son kısmında görülen problemlerdir. Rahim içindeki bebeğin yaşamının ilk 3 ayında idrar yollarından ayrılması gereken rektum ve anüsün olması gerektiği gibi gelişememesi sonucu görülen hastalıklardır. Tanısı doğum sonrası yapılan fizik muayenenin yanı sıra gerekli görüldüğü durumlarda ultrason ve direkt grafi ile konur. Bu hastalıklar genellikle anüs darlığı, anüsün önde olması, anüsün zarla kapalı olması, kalın bağırsağın son kısmı olarak tanımlanan rektumun anüs ile birleşmemesi ve yine fistül olarak bilinen rektumun idrar yolları ile birleşmesi olarak sıralanabilir.
Doğumsal Duodenal Tıkanıklıklar:  Bağırsak tıkanıklıklarının büyük bir bölümü duedenum veya oniki parmak bağırsağı olarak bilinen bölgede gerçekleşir. Bu bölgede bulunan patolojiler büyük ölçüde duodenal atrezi ve anüler pankreas olarak ortaya çıkar. Tek tedavi seçeneğinin cerrahi operasyon olduğu duodenal atrezilerin tanısı radyolojik görüntüleme ile konur. Acil olarak operasyon gerektiren bu durumda kapalı olan kısımlar alınarak, bağırsak sisteminin çalışması sağlanır.
Ekstrofi Kloaka: Ana karnındaki bebeğin yaşamının 4 ile 5. haftasında üriner, genital ve sindirim sisteminin ucu kloaka adlı bir boşluk hâlindedir. Bu boşluk gelişimin 6. haftasında ikiye ayrılarak önde ve arkada olmak üzere iki ayrı boşluk hâlini alır. Bölünmenin gerçekleşmediği kişilerde kloaka ekstrofisi olarak bilinen karnın ön duvarının kapanmaması durumu oluşur. Anüs kapalılığı, bağırsak yokluğu ya da kısalığı, üriner sistem bozuklukları gibi pek çok yapısal kusur eşlik edebilir.
Ekstrofi Vezika: Doğumda mesanenin dışarıda olması olarak tanımlanan bu konjenital anomali, erkeklerde kızlara oranla 3 kat daha fazla görülür. Mesanenin ön yüzünün bulunmadığı, arka duvarın iç kısmı direkt olarak pubis bölgesi olarak bilinen bölgeden dışa doğru açılır. Hastaların çoğunda kasık fıtığı da bulunur. Genellikle cerrahi tedavi birden fazla operasyon sonucu tamamlanır.
Gastroşizis: Doğumsal olarak en sık görülen iki karın duvarı defektinden biri olan gastroşizis, yaklaşık 2500 doğumda bir görülür. Göbek kordonunun sağ tarafındaki karın açıklığında bulunan bağırsakların ve bazı durumlarda mide, nadir olarak ürogenital yapıların dışarıda bulunmasıdır. Bağırsaklar ödemli ve kısadır.
Omfalosel: Karın duvarı defektlerinin diğeri olan omfalosel, yaklaşık 5000 doğumda bir görülür. Karın içinde yer alması gereken ince bağırsaklar, kolon, dalak ve karaciğer gibi iç organlar bir kese içerisinde karın ön duvarının dışında bulunur.
IHPS: İnfantil hipertrofik pilor stenozu olarak tanımlanan bu durum, doğumdan sonraki 2 ile 4 hafta boyunca normal beslenebilen bebeğin, bu süreden sonra beslenmenin ardından fışkırır tarzda kusması ile belirti verir. Mideden ince bağırsağa geçiş yolunun daralması ile besinlerin bağırsağa geçişi engellenir. Genetik ve çevresel faktörlerin etkili olduğu düşünülen bu hastalık kızlara oranla erkeklerde daha sık görülür. Karın ultrasonu ile pilor kası ölçülerek incelenir. Gerektiğinde mide baryumlu bağırsak grafisi ile görüntüleme yapılır.
Jejunoileal Atrezi: Anne karnında yer alan bebeğin ince bağırsaklarının bir bölümünün damarsal nedenlerle, yapısal olarak yetersiz oluşumu sonucu ortaya çıkan bir durumdur. Doğumdan sonra bebekte oluşan şişliğin gitgide artması, dışkılamama ve kusma ile karakterizedir. Radyolojik görüntüleme sonucu tanısı konur. Çocuk cerrahı tarafından müdahale edilerek bağırsaklarda yer alan tıkalı bölge alınır. Sağlıklı bölümler birbirine eklenerek bağırsak devamlılığı sağlanır.
KDH: Konjenital diyafram hernisi, diyafram kasında bulunan doğusal bir açıklık yüzünden meydana gelen bir tür fıtıktır. Sıklıkla bağırsaklar, nadiren karaciğer ve dalak fıtıklaşabilir. Hayati bir risk olan KDH’nin tek tedavi seçeneği cerrahi operasyondur.
Mekonyum İleusu: Her 12 bin doğumda bir rastlanan ileus, bağırsaklarda görülen bir tür tıkanıklıktır. Mekonyumun yani bebeğin bebeğin ilk dışkısının, bağırsağa yapışması ile meydana gelir. Karın şişliği ve kusma gibi belirtiler gösterir. Urografinli lavman yapılarak tıkanıklığa sebep olan mekonyum boşaltılarak bağırsakların tamamen açılması sağlanır. Eğer bu şekilde tıkanıklık giderilemezse cerrahi operasyon gerekir.
Özofagus Atrezisi: Yemek borusunun doğuştan kapalı olması olarak tanımlanan özofagus atrezisinde yemek borusunun bir bölümü oluşmamıştır. Çoğunlukla nefes borusu ile bağlantı bulunur. Beslenmenin mümkün olmadığı bu durumda tek seçenek ameliyattır.
Hormonlar iç salgı bezlerinde üretilerek kana salınan, vücudun tüm işlevlerinin düzenli yürütülmesinde, büyüme ve gelişmede önemli rolleri olan maddelerdir. Çocukluk döneminde hormonal dengene meydana gelecek bozukluklar, yetişkinlik yaşlarına göre çok daha ciddi sorunlara neden olabilir. Büyüme ve gelişmeyi olumsuz yönde etkileyen hormonal bozukluklar, aynı zamanda yetişkinlik dönemine etki edecek kalıcı hasarların oluşumuna yol açabilir. Endokrinoloji bölümü, hormonları ve bunları üreten iç salgı bezlerini ilgilendiren her tür hastalığın tanı ve tedavi konusunda hizmet verir. Çocuklar sürekli büyüme ve gelişme sürecinde olduklarından erişkinlerle aynı şartlarda değerlendirilemez. Bu dönemde vücudun iç dengesi ve yapım faaliyetleri her zamankinden çok daha farklı bir düzen içerisindedir. Hem gelecekteki hastalıkların temelinin çocukluk döneminde atılması hem de büyüme ve gelişmenin sürekli olması sebebiyle bu dönemin ayrı bir bilim dalınca incelenmesi uygundur.
 
Bu amaçtan yola çıkılarak temelleri atılan ve geliştirilen çocuk endokrinolojisi bölümlerinde 6 yıllık tıp eğitiminin ardından 5 yıllık çocuk sağlığı ve hastalıkları uzmanlık eğitimini ve 3 yıllık çocuk endokrinolojisi yandal uzmanlık eğiitmini tamamlayan hekimler görev yapar. Yenidoğan döneminden erişkinliğe geçiş sürecine kadar olan hastalar (18 yaşına kadar) pediyatrik endokrinologlar tarafından değerlendirilir. Modern tıbbın sağladığı en iyi imkanlardan yararlanılarak çocuklardaki hormonal hastalıklar erken dönemde teşhis edilerek büyüme ve gelişme etkilenmeden tedavi süreci başlatılır. Endokrinolojik hastalıkların birçoğunda kalıcı tedavi yöntemleri uygulanarak çocukların yetişkinlik dönemine sağlıklı bir şekilde adım atması sağlanırken ileride oluşabilecek daha ciddi boyutlu olası hastalıkların önüne geçilir.
 
Çocuk endokrinolojisi bölümümüzde aşağıdaki hastalıkların tedavileri gerçekleştirilir:
 
Büyüme gerilikleri
Çocuklarda büyüme ve gelişme anne karnında başlayarak yaklaşık 18-20 yaşlarına kadar devam eder. Büyüme ve gelişme geriliklerine yol açan etmenlerden en önemlisi, büyüme hormonunun yetersiz salgılanması veya hiç salgılanmamasıdır. Bu nedenle kilo alımı ve boy uzaması normal değerlerin altında olan çocuklarda mutlaka büyüme hormonu seviyeleri araştırılmalıdır.
 
Boy kısalıkları
Boy kısalığı, büyüme geriliğinin belirlenmesinde bir parametre olarak değerlendirilir. Çocuklarda büyüme ve gelişmenin takip edilebilmesi için boy uzunluğu persentil eğrileri ile karşılaştırılarak değerlendirilir. Anne ve babanın boy uzunluğu ortalaması ile de karşılaştırıldığında boy uzaması yetersiz olarak görülen çocuklarda bu durumun altında yatan nedenin araştırılması gerekir.
 
Erken ergenlik
Kız çocuklarında 8 yaşından önce göğüslerin gelişmesi, genital bölge ve koltuk altında tüylenme; erkek çocuklarında ise 9 yaşından önce testislerin hacminin artması, yine aynı bölgelerde tüylenme oluşumu erken ergenlik olarak değerlendirilir. Ülkemizde ve dünyada oldukça yaygın olarak karşılaşılan bir endokrin hastalık olan erken ergenliğe girme sorunu yaşayan çocuklarda hormonal tedavi ve takip gereklidir.
 
Gecikmiş ergenlik
Ergenlik döneminin kız çocuklarında 13 yaşından, erkek çocuklarında 13,5 yaşından itibaren halen başlamamış olması gecikmiş ergenlik problemini işaret eder. Tıpkı erken ergenliğe girme gibi gecikmiş ergenlik de hormonal bir bozukluktur ve bu soruna sahip olan çocuklarda mutlaka endokrinolojik tedavi uygulanmalıdır.
 
Şeker hastalığı (Diyabet)
Şeker hastalığı, insülin hormonunun yetersizliği, yokluğu veya hücreler tarafından algılanamaması nedeniyle ortaya çıkan bir endokrin hastalıktır. Çocuk endokrinolojisi alanına giren ve çocukluk döneminde başlayan diyabet türü genellikle insülin hormonunun pankreasta üretilememesi nedeniyle oluşan Tip 1 Diyabet’tir. Bu hastalığa sahip olan çocuklarda insülin kullanımı söz konusu olduğundan kan şekeri sürekli olarak takip edilmeli, karbonhidrat sayımı konusunda eğitim verilmeli, komaya sebep olabilecek ketoasidozların önlenebilmesi için beslenme düzeni çok iyi planlanmalıdır.
 
Hipoglisemi (Kan Şekeri Düşüklüğü)
Çocukluk döneminde hipoglisemi sorunu, insülin hormonu ile ilgili diyabet öncesi döneme dair bir sorunu işaret ediyor olabilir. Özellikle kilosu normalin üzerinde olan çocuklarda insülin direnci yaygın şekilde görülür ve bu nedenle hipoglisemi problemi yaşayan çocukta gerekli endokrinolojik muayeneler yapılmalı, ayrıca çocuğun kilo vermesine yardımcı önlemler alınmalıdır.
 
Şişmanlık (Obezite)
Yetişkinlik döneminde ortaya çıkabilecek birçok kronik hastalığın temellerinin çocukluk döneminde atıldığı bilinmektedir. Obezite sorunu ile mücadele eden çocuklarda ilerleyen yaşlarda diyabet hastalığı, kronik kalp ve damar hastalıkları, metabolik sendrom gibi hastalıklara yakalanma olasılığı normal kilodaki çocuklara oranla oldukça yüksektir. Bu nedenle obezite altında yatan farklı bir hastalığın olup olmadığı araştırılmalı ve varsa buna yönelik tedavi yapılmalı, beslenme ile ilgili sorunlardan kaynaklı ise çocuğun diyetisyen önerilerine uygun şekilde beslenmesi sağlanmalıdır.
 
Guatr ve tiroid bezi hastalıkları (Hipotiroidi-Hipertiroidi)
Ülkemizde ve dünyada tiroid bezine ilişkin hastalıklar oldukça yaygın şekilde görülür. Özellikle çocukluk döneminde büyüme, gelişme ve zeka gelişimi gibi pek çok faktör üzerinde etkileri bulunan tiroid bezine ilişkin hastalıkların erken teşhis edilerek tedaviye başlanması, kalıcı sorunların oluşumunu önleme konusunda çok büyük bir öneme sahiptir. Bu nedenle çocukluk döneminde gerekli endokrinolojik testler mutlaka yapılmalıdır.
 
Cinsiyet gelişim bozuklukları
Bazı durumlarda çocuklarda kromozomal, anatomik veya gonadal cinsiyet gelişiminde doğumsal anomaliler görülür. Böyle durumlarda erken tanı ve tanının ardından hormonal ve cerrahi tedavilerin hızlı bir şekilde planlanması çocuğun hem fizyolojik hem de psikolojik açısından yararınadır. Tedavide multidisipliner bir ekip yer almalı ve atılacak adımlar titizlikle belirlenmelidir.
 
Böbrek üstü bezi hastalıkları
Her bir böbreğin üst kısmında yer alan böbrek üstü bezleri; adrenalin, noradrenalin ve kortikosteroid adlı 3 farklı hormonun üretiminden sorumludur. Çocuklarda en sık görülen böbrek üstü bezi hastalıkları Cushing sendromu ve Addison hastalığıdır. Böbrek üstü bezlerinde oluşacak hastalıklar hormon dengesinde hayati bozukluklara yol açabilir ve bu hastalar sürekli olarak tıbbi takip altında tutulmalıdır.
 
Adet düzensizlikleri
Çocuklarda ilk adet görmeden itibaren yaklaşık 6 ay boyunca adet döngüsünde düzensizlikler görülmesi normaldir. Sonraki süreçte adet düzeninin sağlanamaması ve düzensizlik sorununun devam etmesi jinekolojik bir hastalığın veya hormonal birtakım problemlerin bulunduğunu gösterir. Sorun cinsiyet hormonlarının dengesinden kaynaklı olabileceği gibi tiroid bozuklukları gibi farklı endokrin hastalıklara bağlı olarak da ortaya çıkabilir ve bu çocuklarda detaylı hormonal inceleme yapılmalıdır.
 
Aşırı tüylenme
Çocuklarda ergenlik dönemi itibariyle belirli bir seviyeye kadar tüylenme olması normaldir. Aşırı tüylenme (hirşutizm) olarak tabir edilen durum ise sıklıkla hormonal bozuklukları işaret eder. Bu nedenle aşırı tüylenme şikayeti olan çocukların çocuk endokrinolojisi uzmanları tarafından değerlendirilmesi gerekir.
 
Hipofiz bezi hastalıkları
Hipofiz bezi, beynin alt bölümünde yer alan ve çeşitli hormonların salgılanmasından sorumlu olan bir endokrin bezdir. Tiroid hormonlarından TSH, üreme organlarını uyaran hormonlardan FSH ve LH, böbrek üstü bezini uyaran ACTH, büyüme hormonu olan GH ve süt üretimini sağlayan Prolaktin hormonu buradan salgılanır. Hipofiz bezine ilişkin hastalıklar, vücudun hormonal dengesi üzerinde hayati değişikliklere yol açabileceğinden bu hormonlara ilişkin bozukluklarda hipofiz bezinde herhangi bir hastalığın olup olmadığı araştırılmalıdır.
 
Su ve mineral dengesi bozuklukları
Çocukluk çağında görülebilen su ve mineral dengesine ilişkin bozukluklar, genel olarak endokrin hastalıkların habercisidir. Bozulmuş hormonal dengeye bağlı olarak su ve elektrolit seviyelerinde gelişen bozuklar ciddi sorunlara yol açabilir ve endokrinolojik tedavi gerektirir.
 
D vitamini ile ilgili hastalıklar
Endokrin bezlerden salgılanan hormonların yetersizliği veya fazlalığı, bezler üzerinde oluşabilen tümörler, hormon seviyelerinin değişmesine yol açarak vücutta pek çok soruna yol açar. Bunlardan bir tanesi de D vitamini yetersizliği, buna bağlı olarak kalsiyum metabolizmasının bozulması ve raşitizm, osteoporoz gibi kemik hastalıklarının gelişimidir. Büyüme ve gelişme döneminde kemik yapımı hızlı bir şekilde devam eder ve bu yaşlarda D vitamini ile kalsiyum seviyelerinin yetersizliği yetişkinlik döneminde kemik sağlığının bozulmasına yol açar. Bu nedenle altta yatan nedenler mutlaka araştırılarak tedavi edilmelidir.
 
Kalsiyum ve fosfor metabolizması ile ilgili bozukluklar
Kalsiyum ve fosfor dengesinin ayarlanmasında D vitamini rol oynar. Bu mineraller böbrekten D vitamini sayesinde geri emilir ve D vitamininin vücutta yetersiz olması bu minerallerin de yetersizliğine yol açar. Aynı zamanda endokrinolojik hastalıklarda da D vitamini, kalsiyum ve fosfor metabolizması bozulur, bu da kemik sağlığı başta olmak üzere vücudu pek çok açıdan olumsuz yönde etkiler. Bu nedenle kalsiyum ve fosfor metabolizmasına ilişkin bozukluklarda olası endokrinolojik hastalıklar araştırılmalıdır.
 
Yukarıda belirtilen hastalıklar Çocuk Endokrinolojisi kliniklerinde en sık karşılaşılan sağlık problemleri olup birçoğu erken tanı ve doğru tedavi tekniklerinin uygulanması sonucunda tedavi edilebilir veya kontrol altına alınabilir. Bu nedenle eğer siz de çocuğunuzda yukarıdaki hastalıklardan herhangi biri veya farklı bir endokrinolojik sorunun olduğunu düşünüyor iseniz derhal Çocuk Endokrinolojisi kliniklerine başvurarak gerekli muayenelerden geçmesini sağlayabilirsiniz. 
Gastroenteroloji, iç hastalıklarının bir alt uzmanlık alanıdır ve yemek borusu, mide, ince ve kalın bağırsaklar ve karaciğer, safra kesesi ve safra yolları, pankreas ve dalak dahil olmak üzere sindirim sisteminin tanı ve tedavisi ile ilgilenir. Trg Uluslararası Sağlık, Çocuk Gastroenterolojisi alanında Türkiye’de dünya standartlarında teşhis ve tedavi sağlayabilmektedir. 
 
Endoskopi
Endoskopi ucunda kamera bulunan ve yaklaşık olarak bir metre uzunluğunda ve parmak kadar kalınlığı bulunan bir cihazdır. Endoskopi işlemi ise ağızdan hortumla girilerek yemek borusunun, onikiparmak bağırsağı ve midenin incelenmesine denir. 
Yemek borusu, onikiparmak bağırsağı ve mide hastalıklarından şüphelenilen durumlarda endoskopi işlemi yapılmaktadır. Ağıza acı su gelme, yutkunma, ekşime, kazınma, şişkinlik veya hazımsızlık ya da kanama şüphesi olan hastalara mutlaka endoskopi yapılması gereklidir. 
 
Gastroskopi
 
Gastroskopi, ucunda ışıklı bir kamera bulunan ince ve bükülebilen bir görüntüleme cihazı ile ağızdan girilerek yemek borusundan başlayıp mide ve ince bağırsakların başlangıç kısmına kadar olan bölümün görüntülenerek incelenmesi işlemidir. İşlem sırasında elde edilen görüntü ekrana yansıtılarak inceleme yapılmaktadır ve şikayetler sonucu hastalık teşhis ve tanısı için oldukça net bilgi veren başarılı bir yöntemdir.
Uygulama için herhangi bir yaş sınırı yoktur, İşlemi yapan merkezlerde hastalara lokal uyuşturucu sprey verilmektedir ve uygulama sırasında herhangi bir şekilde acı hissetmeleri söz konusu olmamaktadır.
 
Biyopsi
 
Bir tanı yöntemi olan biyopsi, vücutta hastalık şüphesi bulunan bölgeden cerrahi yöntemler ile hücre, sıvı ya da doku alma işlemidir. Başta kanser olmak üzere, pek çok hastalığın kesin teşhisi için hastadan alınan küçük doku, hücre ya da sıvı örneğinin, patoloji laboratuvarında incelenmesi işlemi olan biyopsi, bazı durumlarda ameliyat sırasında da yapılabilir. Yapılan patolojik incelemenin sonucunda, hastanın doku ya da organında var olan değişiklikler ve anormallikler, patologlar tarafınca incelenerek raporlanır. Böylece uygun tedavi için gerekli olan tanı netleşmiş olur. Yüzyıllardır uygulanan, gelişmiş teknoloji ve bilgi birikimi ile bir hayli hızlı ve kesin sonuçlar alınabilen biyopsi sayesinde şüphe duyulan dokular incelenir. Uygulanan biyopsi yöntemi ile gerek olduğunda dokunun tamamı da çıkarılabilir. Böylece biyopsi sadece tanı yöntemi olmaktan çıkar ve tedavi yöntemi olarak anılır. 
 
Perkutan endoskopik jejunostomi
 
Perkütan gastrostomi ve jejunostomi, herhangi bir nedenle ağızdan beslenmesi mümkün olmayan hastalarda beslenmenin sağlanması için ince tüpler yarıdımı ile mideye veya ince barsağa girilerek beslenmenin bu kateter ucundan verilecek gıda takviyesiyle devam ettirilmesidir.
 
Bebek ve Çocuk Beslenmesi
 
Beslenme yaşamın her döneminde önemlidir. Büyümenin en hızlı olduğu evrelerden bebeklik döneminde beslenme ayrı bir önem taşımaktadır. Doğumdan iki yaşın sonuna kadar devam eden dönem, çocuklarda büyüme-gelişmenin en hızlı olduğu yaşama sağlıklı başlangıç için en kritik dönemdir. Çocukluk çağı hastalıklarının en önemli ölüm nedenlerinden biri olan büyüme geriliği, bazı vitamin ve mineral eksiklikleri ile ishaller en sık 0-2 yaş grubu çocuklarda görülmektedir. Büyümenin en hızlı olduğu bu dönemde oluşan büyüme geriliğinin iki yaş sonrasında düzeltilmesi oldukça güçtür. Bu nedenle, süt çocuğu ve küçük çocukların beslenmesiyle ilgili alışkanlıkların bu dönem¬de kazandırılması ve annelerin bu konuda bilinçlendirilmesi gerekmektedir.
 
Anne Sütü
Bir toplumun geleceği sağlıklı bireylerin varlığı ile süreklidir. Çocuk¬ların sağlıklı olarak dünyaya gelmesi ve yetişmesi için annelerin gebe ve emziklilik döneminde, fetal gelişme, süt yapımı, besinlere olan gereksin¬melerinin artması ve buna bağlı olarak yeterli ve dengeli beslenmeleri ve sağlıklarını korumaları konusunda bilinçlendirilmeleri gereklidir.
Yenidoğan bir bebek için en uygun besin ANNE SÜTÜ’dür. Anne sütü bebeğin sağlıklı olması, tüm besin öğeleri gereksinmelerini karşılaması, kolaylıkla sindirilebilmesi ve enfeksiyonlara karşı koruması açısından yeri doldurulamaz bir besindir.
Yenidoğan bir bebeğe İLK 6 AYLIK dönemde SADECE ANNE SÜTÜ verilmelidir.
 
Gastrit ve Peptik Ülser
 
Gastrit, mide iç yüzeyini döşeyen ve gastrik mukoza adı verilen zarın iltihaplanması durumudur. Mide, yenen yiyecekler için tampon görevi görür. Yiyecekler midede karıştırılır, asidik özellikteki mide suyuyla sindirilir. Midede ayrıca diyetle alınan proteinleri parçalayan sindirim enzimleri de salgılanır
 
Ülser
Peptik ülser, midenin iç yüzeyinde ve ince bağırsağın üst kısmında çeşitli sebeplerden dolayı gelişen açık yaralara verilen isimdir. Ülserin en yaygın belirtisi sürekli mide ağrısıdır. Ülserlerin en yaygın nedeni Helicobacter pylori bakterisi enfeksiyonudur. Bazı ilaçarın uzun süreli kullanımı da ülsere neden olabilir.
 
İnflamatuar Bağırsak Hastalıkları
 
İBH, sindirim sisteminde, özellikle de barsaklarda, iltihap içeren hastalıklardır. İBH, iltihapla sonuçlanan ve bazen barsakların yapısında hasara neden olan kronik bir hastalıktır. İBH’nın iki türü vardır; ülseratif kolit ve crohn hastalığı.
 
ÜLSERATİF KOLİT NEDİR?
 
Ülseratif kolit; kalın barsakta iltihaba neden olan bir hastalıktır. İltihap, rektum denen kalın barsağın en son bölgesinden başlayarak zaman içinde daha üst seviyelere uzanabilir.
 
CROHN HASTALIĞI NEDİR?
 
Crohn hastalığı, kronik ve gastrointestinal kanalın herhangi bir yerinde oluşabilen, sebepleri birden fazla olan iltihabi bir hastalıktır. Genellikle ince barsağın alt kısımlarını, bazen de kalın barsağı etkiler. Çok ender olarak; mide, yemek borusu veya ağız da etkilenebilir. 
 
Çölyak Hastalığı
 
Çölyak hastalığı buğday, arpa, çavdar gibi tahıllarda bulunan gluten isimli bir maddeye vücut bağışıklık sistemi tarafından verilen anormal yanıt sonucu ortaya çıkan bir hastalıktır. Genellikle 1 yaşından sonra gluten içeren besinlerin tüketilmeye başlanması ile birlikte ilk belirtiler ortaya çıkar. Başlangıçta bulantı, kusma, ishal, halsizlik gibi belirtiler görülür. İlerleyen dönemlerde ise anemi, cilt döküntüleri gibi farklı belirtiler eklenir. Kronik bir hastalık olmasına rağmen tedavisi mümkündür ve tedavi gluten içeren besinlerin diyetten çıkarılmasından ibarettir.
 
Pankreas Hastalıkları
Özetlenmesi zor ders gibi anlatmış bundan daha kısa olmaz  bu link pankreas hastalıklarını anlatıyor.
 
Kolestaz (Sarılık)
Kolestaz safranın barsağa akamamasıdır. Akut veya kronik olabilir. Kronik kolestazda sarılık akut alevlenme veya terminal dönemi yansıtır. Akut kolestaz erişkinde en sık ilaçlar ve toksik maddelere bağlı gelişir.
 
Kolestaz; safra yapımının veya atılımının bozulduğu, serumda direkt bilirubin yüksekliği ile karşımıza çıkan bir klinik tablodur. Çocuklarda ve yenidoğanlarda kolestaz perinatal dönemdeki enfeksiyonlara, özellikle safra ağacını içeren konjenital anomalilere, genetik ve metabolik bozukluklara bağlı gelişebilir.
 
Siroz ve Portal Hipertansiyon
 
Portal hipertansiyon (PH), karaciğere dalak ve gastrointestinal sistemden gelen kanı taşıyan portal venöz sistemdir. Normal koşullarda bu sistemdeki basınç 5-8 mmHg arasında değişir ve bu değerlerin üzerindeki basınç PH olarak isimlendirilir. Buna karşın portal hipertansiyon hastalığından söz etmek için basıncın genellikle 12 mmHg ve üzerindeki değerlerde sabit bir seyir izlemesi aranmaktadır.
PH’nin nedenleri arasında birçok hastalık yer alır. Ancak bunların içinde en önemlisi karaciğer sirozudur.
 
Akut ve Kronik Karaciğer Yetmezliği
 
Akut karaciğer yetmezliği, çocukluk çağında önemli bir sorundur. Bu durumun tanımı, hastanın takibi, ne zamana kadar genel pediyatri uzmanı, hangi aşamada pediyatrik gastroenteroloji uzmanının görüşünün alınması ve ne zaman hastanın karaciğer nakli tedavisi yapılabilen bir merkeze sevkinin gereklidir
Kronik karaciğer yetmezliği tanısı alan hastalarda saçlarda seyrelme, dökülmeler, ciltte
kuruluk ve tırnaklarda değişiklikler olabilmektedir. Sirozdaki tırnak değişiklikleri clubbing,
tırnakların kalınlaşması, tırnaklarda beyaz bant görünümleri (Muehrke’nin bantları) olabilir.

Günümüzde genetik hastalık kavramı oldukça geniştir. Kanserler, kalp ve damar hastalıkları,ruhsal bozukluklar, ağır enfeksiyon hastalıklarıgibi birçok hastalığın genetik temeli olduğu ortaya konmuştur. Bu konularla ilgili genetik danışmanlık alınabileceği gibi, ayrıca zeka özürlü, görme özürlü, duyma özürlü ya da vücudunda olağan dışı bozuklukların bulunması gibi durumlarla gelen çocuklarımızı da değerlendirmektedir. Bunlarla ilgili yapılması gereken testler sorumlu laboratuvarlardan istenmekte ve değerlendirilmektedir.

Kalıtsal hastalıklar, doğumsal anomaliler, genetik sendromlar, ya da genetik yatkınlık sonucu ortaya çıkan hastalıklara gebelik (prenatal dönem) döneminden başlayarak tanı koyar. 18 yaşını aşmamış olan çocuklar ve bebeklerdeki genetik hastalıkların, teşhis, takip ve tedavi süreçleri, çocuk genetik hastalıkları uzmanlarının sorumluluğundadır. 

 

Tedavi Ettiğimiz Hastalıklar
  • Down Sendromu
  • Glikojen Hastalıkları
  • Lizozomal Bozuklukları
  • Nörofibromatozis
  • Pediatrik Nöromüsküler Hastalık
  • Pompe Hastalığı
  • Primer İmmün Yetmezlik Hastalıkları
  • Tüberoz Skleroz Kompleksi
Çocuk kardiyolojisi, anne karnında yer alan bebeğin kalbinden başlayarak 18 yaşındaki çocuklara kadar olan kişilerin kalp hastalıklarının tanı ve tedavisi ile ilgilenen bilim dalıdır. Hücrelerin farklılaşarak gelişmesi ile özel şeklini alan kalbin gelişimi, döllenmeyi izleyen iki ay içinde tamamlanır. Bu süreden önce tübüler şekilde olan kalp, 60 gün içinde 4 kapaklı ve 4 boşluklu bir organ hâlini alır ve insan yaşamı boyunca çalışmaya devam eder. Bazı durumlarda henüz anne karnında yer alan bebeğin kalbinde gelişimine bağlı olarak bozukluklar, diğer bir deyişle anomaliler bulunur. Bu durum doğum ile görülen tüm hastalıkların yaklaşık %10 ile %30’unu oluşturur. Canlı doğan her 1000 bebeğin yaklaşık 9’unda doğumsal kalp hastalığı görülür. Bu anomalilerin bazıları klinik açıdan önemli olmayıp kendiliğinden iyileşme gösterecek nitelikte olsa da bazıları ancak ameliyatla tedavi edilebilmektedir. Erken tanı ve teşhisin oldukça önemli olduğu kalp rahatsızlıkları, genetik ve çevresel faktörlerden kaynaklandığı öne sürülse de çoğunun nedeni henüz tam olarak bilinmemektedir.
 
Doğumsal kalp rahatsızlıkları nelerdir?
Konjenital kalp hastalıkları, diğer bir deyişle doğuştan gelen kalp hastalıklarının büyük bir çoğunluğu, doğumdan sonraki bir yıl içinde görülse de bir kısmı anne karnındaki bebeğin kontrolü sırasında yapılan fetal ekokardiyografi ile de fark edilebilir. Kalp rahatsızlıkları genellikle 1 yaşına kadar yapılan rutin muayene sırasında çocuk hekimi tarafından fark edilir ve hekimin, aileyi çocuk kardiyoloğuna yönlendirmesi sonucu tanı netleşir. Bunun sebebi çoğunlukla bulguların aileyi rahatsız edecek düzeyde olmamasıdır. Ancak bazı durumlarda doğumsal kalp rahatsızlıkları aşağıdaki belirtileri gösterebilir:
 
  • Morarma
  • Sık nefes alıp verme
  • Sıkıntılı solunum
  • Sıkça görülen solunum yolu enfeksiyonu
  • Kalpte üfürüm duyulması
  • Çarpıntı
  • Çabuk yorulma
  • Baş dönmesi
  • Bayılma
  • Göğüs ağrısı
  • Yüksek tansiyon
  • Kilo alamama
  • Gelişme bozukluğu
Çocuk kardiyoloğu tarafından fark edilen kalp kulakçıkları ve karıncıklar arasında bulunan küçük deliklerden kaynaklanan bazı sorunlar kendiliğinden iyileşse de hasta çocuk kardiyoloğu tarafından mutlaka takip edilmelidir.
 
Doğumsal kalp rahatsızlıkları neden olur?
Genetik Faktörler: Yenidoğan bebeklerde görülen kalp hastalıklarının yaklaşık %9’u kromozom bozukluklarına bağlıdır. Örneğin Down sendromlu hastaların %40’ında doğumsal kalp anomalisi görülür. Mikrodelesyon olarak tanımlanan ve kabaca kromozomlarda oluşan kırık ve kopmalar olarak tanımlanabilecek bu hasarlanma kalp hastalıklarından sorumlu tutulur.
Metabolik Hastalıklar: Anne adayında bulunan diyabet gibi metabolik hastalıklar, yenidoğanlarda görülen tüm kalp rahatsızlıklarının %1 ile %2’sine sebep olmaktadır. Şeker hastalığına sahip annelerin bebeklerinde kalp hastalığı bulunma riski %2 ile %6 arasındadır.
Teratojenik Etkenler: Anne adayının gebelik esnasında sigara, alkol, uyuşturucu, X ışınlarına ve kimyasallara maruz kalması ve bazı ilaçları kullanması doğumsal kalp rahatsızlıklarına sebep olabilir.
Üfürüm nedir?
Üfürüm hekimin kalbi steteskop ile dinlerken fark ettiği, kalbin olağan sesi arasında var olan ve üflemeyi andıran seslerden kaynaklanan bir rahatsızlıktır. Masum ve patolojik üfürüm olmak üzere iki tipi vardır. Masum üfürümde duyulan ses hafif şiddettedir. Bunun sebebi çocuklarda göğüs duvarının yetişkinlere göre daha ince olmasıdır. Çocuk büyüdükçe bu duvar kalınlaşır ve üfürüm sesi yok olur. Patolojik üfürüm ise kalpte bulunan delikler, damar açıklıkları, kalp damarlarında olan darlık gibi yapısal bozukluklardan kaynaklanır. Kalpte yer alan üfürümün tipi, uzman hekim tarafından kolayca fark edilir. Tereddütlü durumların aydınlatılması adına, EKO olarak bilinen ekokardiyografi ile inceleme yapılabilir.
 
İnfektif endokardit nedir?
Kalp kapaklarının, damarlarının ya da iç zarının tutulumu, iltihaplanması olarak tanımlanan hastalık, kalp hastalığı olmayan çocuklarda çok nadir olarak görülür. Normal kişilerin ağzında bulunan ve onları etkilemeyen bakteri, bazı durumlarda mantar ve diğer mikroorganizmaların kalp hastalığı olan kişilerde kana karışması ve çoğalması ile gelişen ateş, üfürüm, nefes darlığı ile belirti gösteren enfeksiyondur. Kalp rahatsızlığı olan çocuklarda ağız hijyenine özellikle önem verilmesinin sebebi budur.
 
Çocuk kalp hastalıklarında tanısal yöntemler
Uygun tedavinin verilebilmesi için doğru tanının konması önemlidir. Çocuk kalp hastalıklarında öncelikle aileden öykünün dinlenmesi, fizik muayene ve hekimin gerekli gördüğü durumlarda muayene bulguları göz önünde bulundurularak bazı testler uygulanır.
 
Kalp kateterizasyonu ve anjiyografisi: Hastanın kalbinin doğru ve sağlıklı bir şekilde pompalama yapıp yapmadığının kontrolü amacıyla uygulanan kalp kateterizasyonu ve anjiyografisi, kalbin farklı bölgelerinde oluşan basıncın ölçümlenmesi, takılan kateter ile kontrast madde verilerek kalbin anatomik şeklinde bulunan olası problemlerin gözlenmesi, kalbin boyutunu ve konumunu anlamak için yapılan bir tetkiktir. Böylece kalpte yer alan sorunun kaynağı ile ilgili olarak detaylı bilgi elde edilir. 
Kalp elektrokardiyografisi: Vücudun farklı bölgelerine, cilt üzerine yapıştırılan elektrotlar sayesinde kalbin elektriksel aktivitesinin grafik olarak görülebildiği EKG, kalbin sağlıklı çalışıp çalışmadığı hakkında hekime bilgi sağlar. Ağrısız, acısız, hızlı bir şekilde kalp hakkında ritim ve iletim bozukluklarının yanı sıra kalp duvarlarının kalınlaşması gibi pek çok durumu kolayca gösterdiği için çocuk kardiyologları tarafından sıklıkla tanı için kullanılır.
Holter EKG: Hastanın göğüs duvarı üzerine yapıştırılan elektrotların bağlı olduğu küçük bir kayıt cihazı, 24 saat boyunca hastanın günlük faaliyetleri sırasında, belirli aralıklarla ölçümleme yapar. Bu sayede ritim bozukluğu, bayılma, ani gelişen hâlsizlik ve nefes darlığı gibi şikayetler esnasında kalbin durumu gözlenir. Kaydedilen veriler çocuk kardiyoloğu tarafından değerlendirilerek raporlanır.
Telekardiyografi: Kalp değerlendirmesinin temel kısmını oluşturan kalp grafisi, kalbin boyutu, görünümü ve bazı boşluklarda olan genişlemeleri görüntülemek için kullanılır.
Ekokardiyografi : Kısaca EKO olarak bilinen ekokardiyografi ile kalp kapakları, kalp boşluklarının boyutları, kalp duvar hareketleri, kalp içi basınç ve kalbin tek bir kasılma sırasında attığı kan miktarının belirlenmesi için kullanılır. Ultrason ile elde edilen görüntü ile pek çok kalp rahatsızlığının tanısı konabilir.
Renkli Doppler Ekokardiyografi: Kalp ultrasonografisi olarak da bilinen ekokardiyografi, ultrasonik ses dalgaları ile kalbin renkli olarak 2 ya da 3 boyutlu olarak görüntülenmesidir. Yapısal kalp bozuklukları, kalbe ait kasların durumu, kalpteki kanın akım hızının ölçümü ve kalpte yer alan boşluklarda bulunan basıncın ölçümünde kullanılır. Kişinin göğsüne konan transduser adlı cihaz ile görüntüler kolayca elde edilir. Ayrıca anne karnındaki bebeğin kalp sağlığı hakkında bilgi edinmek için de kullanılır.
Elektrofizyoloji: Diğer tetkikler ile açıklanamayan bayılma, çarpıntı gibi şikayetlerin olan hastaların yanı sıra ciddi ritim bozukluklarında kullanılır. Kasık ve boyun bölgesinde yer alan damarların içine ince kılıflar yerleştirilir ve bu kılıflar yardımıyla kalbe elektrod kateterler ulaştırılır. Direkt olarak kalp içinden alınan elektrik sinyalleri aracılığıyla uyarı iletiminin sağlıklı olup olmadığı değerlendirilir.
Efor Testi: Doğumsal kalp hastalığının varlığı, kalbin kapasitesinin ölçümü, aktiviteye bağlı olarak gelişen semptomların varlığı ve kalbin stres altındaki durumunu gözlemlemek amacıyla yapılan testtir. Test sırasında göğüs bölgesindeki deri üzerine yapıştırılan elektrotlar yardımıyla eş zamanlı olarak uygulanan EKG ile nabız ve tansiyon gibi pek çok veri elde edilir.
Spor yapan çocukların değerlendirilmesi
Yoğun aktivite altında kalbin üzerine çok fazla yük biner. Ağır spor ve sportif egzersizler sırasına oluşabilen rahatsızlıkların yanı sıra kalp krizi gibi hayati tehlikeye yol açabilecek durumlar açısından değerlendirilmesi çocuk kardiyoloğu tarafından yapılır. Çoğunlukla doğumsal kalp hastalıkları, kalp kası hastalığı ve ritim bozukluğu gibi nedenlerden ötürü gerçekleşen bu durumun önüne geçmek için, düzenli spor yapan çocukların, yılda bir kez çocuk kardiyoloğu tarafından kontrol edilmesi önerilir.
Çocuk sağlığı ve hastalıkları ana bilim dalına ait yan dallardan biri olan pediatrik nefroloji, 0-18 yaş aralığındaki çocukların böbrek ve üriner sistem hastalıklarının tanı ve tedavisi ile ilgilenen tıp bilimidir. Vücutta su, asit-baz dengesi ve elektrolit dengesini sağlayan böbrekler, kanı süzerek zararlı toksinlerin idrar olarak dışarı atılmasını sağlayan ve kemik iliğine ne kadar kan yapılacağı bilgisini veren organlardır. Üriner sistem, böbreklerin bağlı olduğu idrar yolları olarak bilinen üreter, mesane ve üretradan oluşur. Üriner sistemde, doğumsal ya da sonradan edinilen hastalıklar, toplam 13 yıllık tıp eğitimi alan çocuk nefrolojisi hekimlerince teşhis ve tedavi edilir. Uzman hekimler, hastalığın tekrarlanmaması için koruyucu önlemler alarak böbrek yetmezliği gibi geri döndürülemez hasarlanmaların oluşmasının önüne geçer. Hastalar, hastalığın durumuna göre pediatrik nefroloji polikliniğinde ayakta ya da pediatrik nefroloji kliniğinde yatarak tedavi edilir.
 
Çocuk Nefrolojisi Hangi Hastalıklara Bakar?
Pediatrik nefroloji hekimleri üriner sistem hastalıkları arasında yer alan şu hastalık gruplarının tanı ve tedavisi ile ilgilenirler:
 
  • Böbrek parankim hastalıkları
  • Böbreğin kistik hastalıklar
  • Glomerüler hastalıklar
  • Tubulointerstisyel hastalıklar
  • Sistemik hastalıklara bağlı böbrek tutulumları
Tüm bu nefrolojik hastalık gruplarının tanısı için biyokimya ve mikrobiyoloji laboratuvarlarında kan ve idrar tetkikleri yapılır. Gerekli görüldüğünde, ultrason (doppler), voiding sistoüretrografi, intravenöz pyelografi, bilgisayarlı tomografi, manyetik rezonans (MR) gibi ileri görüntüleme yöntemlerinin yer aldığı tetkikler radyoloji tarafından yapılır. Ayrıca DMSA, DTPA, MAG-3 olarak adlandırılan böbrek sintigrafik tetkikleri de nükleer tıp dalı tarafından uygulanır. Bu hastalık grupları arasında sıklıkla görülen hastalıklardan bazılarına aşağıda yer verilmiştir.
 
İdrar Kaçırma Nedir? (Gündüz/Gece)
Çocuklarda idrar kaçırma çoğunlukla idrar torbası olarak bilinen mesanenin işlevsel bozukluğundan kaynaklanır. Nadir olarak nörojenik ve anatomik kaynaklı da olabilir. Düşük mesane kapasitesine bağlı sık idrara çıkma ve damla şeklinde kaçırma görülebilir. Tembel mesane olarak tabir edilen durumda ise aşırı genişlemiş mesane, dolmaya karşı duyarsızlaşmıştır. Bazı hastalarda idrar kaçırmaya eşlik eden gaita kaçırma da gözlenebilir. Bu durum mesane ve bağırsakların disfonksiyonuna bağlıdır. Bazen de koşma ya da gülme gibi fiziksel aktiviteler ile birlikte görülebilen idrar kaçırmasının tanısı için öykü, laboratuvar ve radyolojik tetkikler istenir. Tedavi tanıya göre, ilaçla ya da cerrahi operasyonlar ile gerçekleştirilir.
 
İdrar Yolu Enfeksiyonu Nedir?
İdrar yolu enfeksiyonu, üst solunum yolu enfeksiyonlarından sonra ikinci olarak en sık karşılaşılan enfeksiyon türüdür. Çocuklarda olduğu gibi bebeklerde de görülen idrar yolu enfeksiyonu genellikle sık idrara çıkma, idrar yaparken yanma, ateş, karın ağrısı, bulantı, kusma gibi belirtiler ile kendini gösterir. Devamlı tekrarlayan enfeksiyon, böbrekler için risk oluşturabileceği gibi altında yatan tıkanıklık, taş varlığı, idrar kaçağı gibi durumların araştırılması gerekir. Eğer altında yatan farklı bir sebep yoksa hekim gerekli gördüğünde uygun antibiyotik tedavisi başlar.
 
Böbrek Taşı ve Kum Dökme Nedir?
Yetişkinlerde görülen belirtilerden farklı olarak çocuklarda görülen taş problemlerinin belirtileri; ciltte sararma, karın ağrısı, iştahsızlık, idrarda kan, bazen bulantı ve kusma olarak görülür. Yapılan laboratuvar tahlili ve radyolojik görüntüleme ile tanı netleşir. Taşın boyutuna göre hekim, beklemeyi önerebilir ancak belirtiler hastanın yaşam kalitesini düşürecek kadar şiddetliyse endoskopik cerrahi ile taş kırılır.
 
Hipertansiyon Nedir?
Yetişkinlerden farklı olarak çocuklarda tansiyon, yaş, boy ve cinsiyete göre farklılık gösterir. Çocuklarda hipertansiyon bu farklılıklar göz önünde bulundurulduğunda olması gereken değerin üzerinde seyretmesi durumudur. Obez çocuklarda hipertansiyon yaklaşık 3 kat daha fazla görülür. Nedenleri, primer ve sekonder hipertansiyon olmak üzere iki farklı grupta ele alınır. Primer hipertansiyon, sebebi belli olmayan hipertansiyon iken, sekonder hipertansiyon, hormonal, böbrek, damar ve nörolojik hastalıklardan ve ilaç kullanımına bağlı olarak gelişir. Hipertansiyonun sebebi tam olarak saptandıktan sonra uygun tedavi önerilir. Genel olarak hipertansiyon tedavisi için diyet ve ilaç kullanımı önerilir.
 
Hematüri Nedir?
Çocukların idrarında kan görülmesi durumuna hematüri denir. Sebeplerinin başında idrar yolu enfeksiyonu, yapısal bozukluklar ve üriner sistem travmaları gelir. Detaylı öykü ve fizik muayene sonrasında pediatrik nefrolog tarafından ek laboratuvar ve radyolojik tetkikler istenebilir. Yapılan kan testleri sonucunda üre ve kreatinin değerleri normal ise hasta belirli aralıklarla takip edilir. Ancak durum devam ediyorsa laboratuvar testlerinde anormallik söz konusu ise böbrek dokusunda meydana gelen inflamasyondan yani nefritten şüphelenilebilir. Böyle bir durumda hekim biyopsi isteyerek hematüriye sebep olan durumu açıklığa kavuşturur. Bazı durumlarda böbrekte taş varlığı da hematüriye sebep olabilir.
 
Nefrotik Sendrom Nedir?
Böbreklerin görevi gereği yaptığı süzme işlemi esnasında vücut için gerekli olan proteinlerin idrar ile birlikte atılması, bir diğer deyişle böbreklerin işlevini yerine getirememesi ile ortaya çıkar. Bacaklarda ve göz kapaklarında şişlik, su tutulumuna bağlı kilo artışı, hipertansiyon gibi belirtiler ile kendini gösterir. Böbrek dokusunda oluşan inflamasyondan kaynaklanan nefrotik sendromun pek çok sebebi olabilir. Teşhisi için kan ve idrar tahlilinin yanı sıra böbrek biyopsisi yapılır. Altta yatan sebepler ortaya çıktıktan sonra uygun tedavi düzenlenir.
 
Proteinüri Nedir?
İdrar tahlilinde normalden fazla, yani bir saatte metrekarede 4mg’dan fazla protein atılımı ile gözlenen duruma proteinüri denir. Böbrek rahatsızlığının önemli bir klinik göstergesidir. Tedavi edilmemesi durumunda böbrek yetmezliği ile sonuçlanabilir. Çoğunlukla diyet ve ilaçla tedavi edilir. Ancak bazı vakalarda böbrek biyopsisi gerekir.
 
Vezikoüreteral Reflü Nedir?
Geriye kaçak ya da böbrek reflüsü olarak bilinen vezikoüreteral reflü, çocuklarda oldukça sık görülen bir hastalıktır. Toplumdaki çocuklarda hastalığın tekrarlama oranı %35’tir. İdrar kanalının, mesaneye açılan noktada var olan yapısal bozukluktan dolayı idrarın böbreğe geri kaçması durumu olan vezikoüreteral reflü, ilaçla ya da endoskopik cerrahi yöntemi ile tedavi edilir.
 
Üreteropelvik Darlık Nedir?
İdrar yollarında oluşan darlık olarak tanımlanan üreteropelvik darlık, böbrekten idrarın atılımını zorlaştırarak sık sık idrar yolu enfeksiyonuna yakalanma riskini artırır. Yoğun karın ağrısı, idrarda koyulaşma ve kan görülmesi ile karakterizedir. Daha büyük yaş gruplarındaki çocuklarda ise bulantı, kusma ve böbrek bölgesinde ağrı şikayetleri ile kendisini gösterir. Anne karnındaki bebeklerde de rutin kontroller sırasında üreteropelvik darlık tespit edilebilir. Bu durum kendiliğinden düzelme olasılığı göz önünde bulundurularak bebek 18 aylık olana kadar takip edilir. Tedavinin amacı böbrek hasarlanmasının önüne geçmektir. Endoskopik cerrahi müdahale ile pelvisten, üreter drenajı sağlanır.
 
Gebelikte Rastlanan Böbrek Sorunları Nelerdir?
Anne karnındaki fetüsün böbrek fonksiyonları anne tarafından karşılanır. Bebeğin ürettiği idrar ise, amniyon sıvısı denen, bebeğin anne karnında yüzdüğü sıvıyı oluşturur. Bu sıvı bebeğin akciğerlerini ve sindirim sistemini doldurarak bu bölgelerin gelişiminde kilit rol oynar. Bebeğin böbreklerinin çalışmaması durumunda amniyon sıvısı akciğerleri doldurmaz ve bebek dünyaya geldikten kısa bir süre içinde hayatını kaybeder. Bazı durumlarda ise yine anne karnında idrar kanalı darlıkları, vezikoüreteral reflü ve böbrek kisti gibi hastalıklar görülebilir. Böbrek hasarlanması ve yetmezliğine sebep olabilen bu hastalıklar böbrek fonksiyonu bozulmadan tedavi edilmelidir. 
 
Kalıtsal Böbrek Hastalıkları Nelerdir?
Otozomal dominant polikistik böbrek hastalığı en sık rastlanan kalıtsal böbrek hastalığıdır. Nefronofitizi, diyabetik nefropati ve alport sendromu gibi hastalıklar hasta ailelerin çocuklarında görülebilir. Akraba evliliği gibi bazı durumlarda, anne ve babanın kendisi hasta olmadığı hâlde çocuklarında da kalıtsal böbrek hastalıkları görülür. Bu şekilde genetik geçiş görülen çocuklarda böbrek yetersizliğine yol açabilen şu hastalıklar görülebilir:
 
Polikistik böbrek hastalığı
Medüller kistik böbrek hastalığı
Nefrotik Sendrom
Sistinoz
Oksalozis
Çocuk nörolojisi, 0-18 yaş aralığındaki çocukların beyin, omurilik, sinir ve kas hastalıklarının tanı ve tedavisi ile ilgilenen uzmanlık dalıdır. Erişkinlerden farklı olarak büyüme ve gelişimin devam ettiği bu yaş grubunda yer alan bireylerin nörolojik muayeneleri, hastalıklarının nedenleri, tanı ve tedavi ve takibi farklı bir yaklaşım ve uzmanlık gerektirir. Prematüre ve riskli bebeklerin nörolojik takibi, havale, gelişim bozuklukları, bayılma, yürüme ve davranış bozuklukları, beyin travmaları, baş ağrısı, epilepsi, otizm, kas ve sinir yaralanmaları, felç gibi pek çok nörolojik hastalığın tanı ve tedavisi ile ilgilenir. Pediatrik nöroloji olarak da tanımlanan bölümün hekimleri 6 yıllık tıp fakültesi eğitimini tamamladıktan sonra 4 yıl çocuk sağlığı ve hastalıkları alanında uzmanlık yapar ve 3 yıllık çocuk nörolojisi yan dalı eğitimi alırlar.
 
Anne karnında nörolojik gelişim
Merkezi sinir sisteminin en hızlı gelişim gösterdiği dönemler; anne karnındaki dönem ve doğumdan sonraki ilk aylardır. Anne karnındaki bebeğin ilk üç haftasında nöral tabaka oluşmaya başlar ve 5. haftada ise ön beyin, orta beyin ve arka beyin oluşumu tamamlanır. 22. haftada ise miyelinizasyon denen nöronların miyelin kılıfla kaplanması durumu başlar. Sinir sisteminin gelişimi olarak da adlandırılabilecek bu gelişim, erişkinlik dönemine kadar devam eder. Çevresel faktörler, gebelik toksemisi olarak bilinen gebelik sırasında tansiyon yükselmesi, ödem ve idrarda protein gözlenmesi durumu ya da plasentanın bebeğin sağlıklı gelişimini sağlamada yetersiz kalması gibi diğer faktörler miyelinizasyonu olumsuz olarak etkiler ve beyin fonksiyonlarında bozulmalara yol açar. Fetüsün beyin hacminin gelişimi 5. aydan doğumdan sonraki 6. aya kadar en yüksek olduğu dönemde, bu tip bazı hastalıklar, baş ve baş çevresinin az gelişmesine bağlı olarak küçük olmasına yani mikrosefaliye sebep olabilir.
 
Çocuk nörolojisinin ilgilendiği hastalıklar
Çocuk nörolojisi hekimlerince takip edilen hastalıklar beyin ve sinir sistemini ilgilendirdiği için oldukça çeşitlidir. Gebelik ve doğum esnasında gelişen beyin hasarlanmaları, felçler, mikrosefali, serebral palsi gibi pek çok hastalığın tanı ve tedavisi çocuk nörololojisini ilgilendirir. Gevşek bebek sendromu olarak bilinen SMA, yürümede gecikme, öğrenme ve dikkat sorunu gibi yaş ile bağlantılı nörolojik gelişim bozuklukları; ateşli ya da ateşsiz havaleler, baş ağrısı, epilepsi, bayılma gibi şuur değişikliğine sebep olan ve ataklar hâlinde görülen hastalıklar; güçsüzlük ve dengesizliğe sebep olan kas hastalıkları ve ataksiler, uyku bozuklukları, tik ve istem dışı yapılan hareket bozuklukları da çocuk nörolojisi tarafından ele alınan hastalıklardır. Bu hastalıkların bazıları şöyledir:
 
Epilepsi: Sara hastalığı olarak da bilinen epilepsi, beynin normal işleyişinde var olan bozukluk sonucu aniden ortaya çıkan, kişinin şuurunu ve davranışlarını etkileyen ve nöbetler hâlinde tekrarlayan bir hastalıktır. Ateşli havale geçiren 6 aylık ile 5 yaş aralığındaki çocukların yaklaşık olarak yarısında, ilerleyen yaşlarda epilepsi görülür. Normal gelişim gösteren çocukların yaklaşık %65’inde tedavi edilebilen bu hastalıkta antiepileptik ilaçlar kullanılır. Bazı durumlarda cerrahi girişimlerde bulunulabilir.
Baş Ağrısı: Çocuklarda da sıklıkla görülen baş ağrısının başlangıç yaşı genellikle 8 ile 9’dur. Hastanın öyküsü, fizik ve nörolojik muayene bulguları sonucu eğer hekim tarafından gerekli görülürse radyolojik görüntüleme ile ağrının sebebi netleştirilir. Çoğunlukla gerilim tipi baş ağrısı, migren ve sinüzite bağlı olarak gelişen bu durum; tümör varlığı ve apseden ya da sadece psikolojik nedenlerden de kaynaklanabilir. Baş ağrısının sebebi tam olarak saptandıktan sonra çocuk nöroloğu tarafından hastanın durumuna göre tedavi düzenlenir.
Baş Dönmesi: Çocuklarda vertigonun görülme sıklığı yaklaşık %6’dır. Çocuğun deneyimlediği baş dönmesinin nasıl ve hangi zamanlarda geliştiği konusunda hekimin doğru bilgilendirilmesi önemlidir. Baş dönmesinin santral ya da periferik nedenlere bağlı olup olmadığının anlaşılması için fizik ve nörolojik muayene yapılır. Travma varlığı, baş dönmesinin tekrarlayıp tekrarlamadığı, eşlik eden baş ağrısı, ateş, işitme kaybı ve bilinç değişikliğinin varlığı gibi bulgular belirleyici etkenlerdir. Baş dönmesi araç tutması gibi basit sebeplerden kaynaklanabileceği gibi doğumsal anomalilerden de kaynaklanabilir.
Serebral Palsi: Anne karnında, doğum esnasında ya da 2 yaşından önce beyinde meydana gelen zedelenmenin sebep olduğu, duruş ve hareket güçlüğü olarak tanımlanır. Beyin felci olarak da bilinen bu durumun belirtileri, zedelenen bölgenin konumu ve yaygınlığına göre değişiklik gösterir. Erken doğum, anne adayının tansiyon değişiklikleri, kan uyuşmazlığı, doğum esnasında bebeğin oksijensiz kalması gibi pek çok önlenebilir durum bu hastalığa yol açabilir. Oluşan hasarlanma geri döndürülemese de erken tanı ve tedavi çocuğun pek çok becerisini geliştirebilmesi açısından son derece önemlidir.
Hipotonik Bebek: Halk arasında gevşek bebek olarak tabir edilen bu hastalıkta bebeklerin kol ve bacak hareketleri azalmıştır. Bebeklerin kurbağa pozisyonunda yatışı ile karakterizedir. Koltuk altından tutularak kaldırılan bebeğin başı öne doğru düşer. Beyin gelişim anomalileri ve kas hastalıklarından kaynaklanabileceği gibi bazı bebeklerde görülen hafif gevşeklik durumu 2 yaşından sonra kendiliğinden düzelebilir. Uzman hekim tarafından ayrıntılı olarak muayene edilmesi gerekir.
Hareket Bozuklukları: Tik çocuklarda en sık görülen hareket bozukluğudur. Sydenham koresi ve distoni de sık rastlanan hareket bozuklukları arasında yer alır. Bu durumun sebebi çoğunlukla serebral palsiler olarak adlandırılan beyin gelişimi sırasında oluşan hasarlanmadan kaynaklanır. Ancak ilaç yan etkileri, kanama, travma, menenjit, ensefalit ve genetik özelliklere bağlı olarak da gelişebilir. Teşhisi için fizik muayene, laboratuvar testleri ve radyolojik görüntülemeler gerekebilir. İlaç ve cerrahi müdahale ile hastanın yaşam kalitesi yükseltilir.
Nöromotor Gelişimde Gerilik: Çocuğun gelişim basamaklarını zamanında tamamlayamaması olarak tanımlanabilen bu durum kaba ve ince motor kabiliyeti olan yürüme, koşma, oturma, yemek yeme, resim yapma gibi becerilerinin akranlarından geç yapması olarak tanımlanabilir. Aylık olarak kazanılan becerinin kaybı önemli bir bulgudur. Bu özelliklere sahip çocukların ayrıntılı olarak değerlendirilmesi gerekir.
Kas ve Periferik Sinir Sistemi Hastalıkları: Kasların zayıflığına ya da kısalığına bağlı olarak gelişen şekil bozuklukları sonucu fonksiyon bozukluğu görülmesi olarak tanımlanan kas hastalıkları çoğunlukla genetik geçişlidir. Pek çok tipi bulunan hastalıkların başında SMA tipleri gelir. Periferik siniri tutan hastalıklar ise diz bölgesi ve altında veya ellerde görülen zayıflık ile karakterizedir. 20’li yaşlara kadar görülebilen bu hastalıklar genellikle zayıflık, yorgunluk, yürümede güçlük, ellerde bozukluk gibi bulgular gösterir. Pek çok farklı alt tipi bulunan bu hastalıkların tanı ve tedavisi için çocuk nöroloğuna başvurulmalıdır.
Otizm ve Yaygın Gelişimsel Bozukluklar: Çocukların ana dilini anlamakta ve konuşmakta zorluk çektiği, olaylar, kişiler ve nesneler arasındaki bağlantıyı kuramadığı, tekrarlayan davranışlar ve hareketler gösterdiği yaygın gelişim bozuklukları, işlev bozukluklarına yol açar. Bunların başında otizm gelir. Diğer kişilerle sosyal etkileşimini engelleyen otizm, belirtilerin genellikle 1-3 yaş arasında başladığı bir hastalıktır. 
Beyin ve sinir sisteminden kaynaklı pek çok farklı hastalık da, çocuk nörolojisinin alanına girer. Tanı için ayrıntılı öykü oldukça önemlidir. Uzman hekim fizik ve nörolojik muayeneyi tamamladıktan sonra gerekli gördüğünde tanıya yardımcı EEG, MRG, kraniyal ultrasonografi gibi radyolojik yöntemleri, bazı metabolik ve gelişimsel değerlendirme testlerini uygular. Tanı netleştikten sonra hastanın durumu göz önünde bulundurularak tedavi düzenlenir. Sağlıklı bir yaşam için kendinizin ve sevdiklerinizin rutin sağlık kontrollerini yaptırmayı unutmayın.
Çocuk Romatolojisi Nedir?
 
Cocuk romatolojisi;0-18 yas arasındaki bireylerin romatizmal hastalıklarının tanı ve tedavisi ile ilgilenen bilim dalıdır. Çocukluk romatizmal hastalıkları özellikle kas-iskelet sistemi (eklemler ve kaslar), damarlar, ve cildin akut ve kronik inflamasyonuyla karakterize multisistem hastalıklardır. Çocuk polikliniklerine başvuran hastalar irdelendiğinde romatizmal hastalıkların ilk 5 neden arasında yer almaktadır. Ülkemizde ailevi Akdeniz ateşi (FMF) 1/1000, juvenil romatoid artrit (çocuk çağı romatoid artriti) 6/10.000 sıklığında görülmektedir.Çocukluk çağındaki romatolojik hastalıkların tanı ve tedavisi erişkin çağından farklılıklar göstermektedir. Bu hastaların bir çoğunda kas ve eklem bulgularına ek olarak sistemik bulgular da ortaya çıkmaktadır. Bu hastalıkların tedavi ve izlemleri ekip çalışmasını gerektirir; çocuk sağlığı ve hastalıkları uzmanlığı üzerine romatolojik hastalıklarda uzmanlaşmış hekim (pediatrik romatolog), fizik tedavi ve rehabilitasyon uzmanı, göz hastalıkları uzmanı, ortopedi uzmanı, sosyal çalışma uzmanı, hemşire ekibin parçalarıdır.Romatizmal hastalıkların neden olduğu şikâyetler ve bulgular bir çok hastalıkta örtüşmektedir. Bu hastalıkların tanısal yaklaşımına  özgün laboratuvar bulgularda yoktur  olmadığı için tanı koymada gecikmelere neden olmaktadır. Diğer bütün hastalıklarda erken tanı önemli olduğu gibi romatizmal hastalıklarda da erken tanı ve tedavi önemlidir.Bu hastalıklarda tanı konulmasında gecikme, tedavi ve izlem dönemlerindeki mevcut yetersizlikler ve yanlış tedavi, kalıcı eklem bozuklukları, cerrahi gereksinimler, sekonder amiloidoz, kronik böbrek yetmezliği, körlük, yaşam kalitesinde bozulma (dolaylı olarak iş gücü kaybı, ruhsal ve sosyal sorunlar, ayrıca aile dinamiğinin bozulması) ve ölüme neden olmaktadır. Bu sorunlar hem aileye ve erişkin hayatta çocuğa manevi yük hem de devlete ciddi maddi yüke yol açmaktadır. Romatizmal sikayetleri olan hastaların çocuk romatoloji uzmanına gecikmeden müracaatları uygun olur. Çocuk romatolojisi şemsiyesi altında yer alan hastalıklar aşağıda kısaca tanımlanmıştır.
 
Ailesel Akdeniz Ateşi (FMF)Ailesel Akdeniz Ateşi (FMF); Genelde, çocuklar tekrarlayan karın ağrısı ve ateş gibi belirli bir atak tipinden yakınır. Ancak sikayetler, karın ve/veya göğüs ağrısı ve/veya eklem ağrısı ve şişliğinin eşlik ettiği tekrarlayan ateş nöbetleri seklinde de olabilir. Kalitsal /genetik bir hastalıktır. FMF atakları hastaların yaklaşık %90’ında 20 yasından önce başlar. Yarıdan fazlasında hayatın ilk 10 yılında ortaya. Bu sikayetleri olan cocugun aile hikayesinde; Hastalık genellikle akrabaların başka bir çocugunda, kuzende, amcada ya da uzak bir akrabada görülür.Hasta tedavi almadigi takdirde yillar icinde farkinda olmadan bobrek yetmezligine goturecek amyloid denen made birikimi olur.
 
 
Genetik Bir Bozukluga Bagli Tekrarlayan AteşlerTekrarlayan ateşle seyreden bazı nadir hastalıkların genetik bir bozukluğa bağlı olduğunu göstermiştir. Bunların bir çoğunda ailenin diğer bireylerinde de tekrarlayan ateş olabilmektedir.Ana yakinma ates; tekrarlayan ataklar seklinde gelir,  2-3 hafta kadar sürebilir, ateş ile ona eşlik eden gövde ve kollarda şiddetli kas ağrıları, kırmızı ve ağrılı deri döküntüleri ortaya çıkabilir. Yaygın karın ağrısı, bulantı ve kusma oldukça sıktır.
Juvenil idiopatik artrit (JIA)Juvenil Romatoid Artrit (Cocukluk Romatizmasi)Kalıcı eklem iltihabı ile karakterize kronik bir hastalıktır. Eklem iltihabının tipik bulguları ise ağrı, şişme ve hareket kısıtlılığıdır. Cocuklarda her eklem sisliği, agrisi ve hareket kisitliligi JIA değildir. Bu gun bu eklem sikayetlerine neden olabilecek 100 fazla hastalik tanimlanmistir.JIA ve benzerleri, diğer çocukluk cagi romatizmal hastaliklarin kesin nedenleri tanimlanmamis olmakla birlikte vücudunun kendi organlarına zarar veren bağışıklık sistemi sonucu ortaya çıkmaktadir. Eğer doğru tedavi edilmezse, eklem iltihabı sonucu eklemde hasarlanmaya ve işlev kaybına/ sakatlanmaya kadar gidebilir.Psoriatik artritArtrit; mikrobik olmayan eklem iltihablanmasi, sedef hastalığı (psöriasis) ile ilişkili olursa bu ismi alır. Sedef hastalığı; çoğunlukla diz ve dirseklerde yerleşen yama şeklinde deride pulanma,soyulma kizariklik ve kasinti ile giden bir deri hastalığıdır. Bazen tırnaklarda da değişikliklere yol açabilir. Deri hastalığı artritin görülmesinden sonra ya da önce olabilir. Hastalığın bu tipi klinik bulgular ve prognoz açısından değiskenlikler gösterir. Ailede sedef hastalığı olan başka birisinin olması da bir risk faktörü oluşturur.Entezit ile iliskili artrit / Juvenil SpondiloartropatiEntezit, kaslarin sonlandigi bağların (tendonların)  kemik dokuya yapistigi tutunma noktası olan entezislerin iltihabıdır. En sık bulgusu özellikle, alt ekstremitelerinin büyük eklemlerini etkileyen, entezits ve/veya ilgili eklemlerde de sislik ve agrinin gelişmesi ile ortaya cikar. Ülkemizdeki JIA hastalarının çoğu bu gruba girer. Bu tipte ağrının en sık görülme yeri ayakta topuğun arkasında ya da altındadır. Hastalik  daha cok 7-8 yaşından sonra başlar, seyri değişkenlik gosterir. Bazı hastalarda hastalık iyileşme gösterirken diğerlerinde ilerleyerek, sakroiliak eklemlerin (omurga ile leğen kemiğini birleştiren eklemler) tutulumundan baslamak üzere omurganın tümünü etkileyebilir. Gerçekte, hastalığın bu tipi, yetişkinlerde daha sık görülen ve omurgayı etkilediği için spondiloartropati olarak adlandırılan hastalık grubuna aittir.
 
Sistemik lupus eritamatozus (SLE)Sistemik lupus eritamatozus (SLE) deri, eklemler, kan ve böbrekler gibi vücudun farklı organlarını tutabilen kronik, bir hastalıktır. Değişik çevresel faktörlerle birlikte çok sayıda kalıtımsal risk faktörünün anormal bağışıklıktan sorumlu olduğu düşünülmektedir. Bir başka degis ile Vücudunun kendi organlarına zarar veren bağışıklık sistemi sonucu ortaya çıkmaktadir. İltihaplanan vücut kısımları, örneğin eklemler sıcak, sis ve bazen hassas hale gelir. SLE’de olabileceği gibi, iltihap uzun sürerse dokular hasar görür ve işlevleri bozulur. Bu nedenledir ki, SLE’de tedavinin temel amacı iltihabı baskılamaktır.Çocukta bir veya birkaç organın tutulumunun yol açtığı özgün yakınmalar gelişebilir. Deri ve mukozal tutulum çok yaygındır. Bunların arasında değişik deri döküntüleri, ışığa duyarlılık (güneş ışığının döküntüyü tetiklemesi) ile burun ve ağız içinde (mukoza) ülserler bulunabilir. Burun etrafında ve yanaktaki tipik “kelebek” döküntü, etkilenmiş çocukların üçte biri ile yarışında görülür. Bazen saç dökülmesi (alopesi) olur. Bazı çocuklarda ise soğukta parmak uçlarında önce kızarma, beyazlaşma sonra morarma şeklinde renk değişimi ortaya çıkar (Raynaud). Yakınmalar arasında eklem şişliği ve katılığı, kaş ağrısı, kansızlığa bağlı şikayetler, baş ağrısı, epilepsi nöbeti ve göğüs ağrısı da olabilir. SLE’li çocukların çoğunda değişik derecelerde böbrek tutulumu olur ve bu tutulum hastalığın seyrini belirleyen başlıca faktördür .Böbrek tutulumunun en yaygın belirtileri yüksek kan basıncı, idrarda kan ve özellikle ayak, bacak ve göz kapaklarında şişliktir.VaskülitlerVaskülit damar iltihabı anlamına gelir. Vaskülitler birçok hastalığı kapsar, hastaligin bulgusu, olabildiği gibi, sadece damarlari tutan nedeni beli olmayan damarsal romatizmal (Birincil vaskülitler) hastaliklarda vardir. Bu gurup vaskulitler tutulan damar capina gore siniflandiriliyor olmakla birlikte, bulgu, sikayet ve hayati cidiyeti değişiklikler gösterir. Birincil vaskülitlerin bazıları çocukluk çağıdan sık görülen hastalıklarıdır (Henoch-Schönlein purpura veya Kawasaki hastalığı).Henöch Schonlein PurpuraHenoch-Shoenlein purpurası (HSP), küçük kan damarlarının (kapillerlerin) iltihabıyla giden bir hastalıktır. Bu iltihap, vaskülit olarak adlandırılır ve genellikle deri, bağırsak ve böbreklerdeki küçük kan damarlarını etkiler. Bu iltihaplanmış kan damarları deri içine kanayarak purpura dediğimiz koyu kırmızı ya da mor renkteki döküntülere yol açabilir. Purpura genellikle alt ekstremiteler ve kalçada görülmekle beraber vücudun diğer bölgelerinde de (kollar ve gövde) ortaya çıkabilir. Hastaların büyük çoğunluğunda (%65) , dizler, ayak bileği, el bileği, dirsek ve parmaklarda, ağrılı eklem (artralji ) ya da hareketi kısıtlanmış ağrılı ve şişkin eklem (artrit) bulgusuna rastlanır. Bağırsak damarları iltihaplandığı zaman, hastaların %60’ından fazlasında göbek çevresinde aralıklarla ortaya çıkan karın ağrısı görülür ve bazen buna hafif ya da şiddetli sindirim kanalı kanaması eşlik edebilir. Böbrek damarları iltihaplandığında, %20-35 hastada kanama yapabilir ve hafiften şiddetliye kadar değişen derecelerde hematuri ve proteinuri (idrarda protein varlığı) gözlenebilir.  Bu gibi olgularda bir nefroloji uzmanına (böbrek uzmanı) danışılması ve hastanın doktoruyla işbirliği yapması gereklidir.
 
Kawasaki Hastalığı; Orta capli damarlari tutan nedeni bilinmeyen bir damar iltihaplanmasıdır  en cok korkulan durumu %20 oraninda kalpin  koroner arterleri (kalbi besleyen atardamarları) tutmasidir. Koroner damarlari tutmasi durumunda hayati tehdit edecek derecede istenmeyen hasarlanmalar yapabilir. Hastaların %80’i 5 yaşın altındadır. En az 5 gün süren nedeni açıklanamayan yüksek ateşle başlar. gözlerde kızarıklık (konjunktivit), Hasta çocukta, kızamık, kızıl, ürtiker (kurdesen), papul ve benzeri tıpte değişik dokuntuler ortaya çıkabilir. Ağız değişiklikleri, parlak kırmızı çatlamış dudaklar, genellikle “çilek dili” olarak adlandırılan kırmızı dil ve boğazda kızarıklık bulgularını içerir. Eller ve ayaklarda, özellikle el ayaları ve ayak tabanlarında şişlik ve kızarıklık bulguları görülür. Hastaların yarıdan fazlasında boyun bölgesi lenf düğümlerinde büyüme görülebilir. Sıklıkla 1.5 cm’ den büyük tek bir lenf düğümü de ele gelebilir. Bazen, eklemlerde ağrı ve/veya şişlik, karın ağrısı, ishal, huysuzluk, baş ağrısı gibi başka belirtiler de görülebilir.Behçet hastalığı (BS)Behçet sendromu ya da Behçet hastalığı (BS), tekrarlayan ağız ve genital (cinsel organlar) ülserlerle, göz, deri, eklem, damar ve sinir sistemi tutulumuyla giden, nedeni bilinmeyen bir vaskülittir (damar iltihabı). BS erişkinlere oranla çocuklarda daha nadirdir. Ergenliğe geçiş ile birlikte bazı farklılıklar görülür. Ergenlik sonrası çocuklarda hastalık daha çok erişkin hastalığına benzer. Yetişkinlere oranla çocuklarda daha fazla ailesel olguya rastlanır. Bazı istisnalara rağmen genel anlamda, çocuklardaki BS erişkin hastalığına benzer.Göz tutulumu, bu hastalığın en ciddi tablolarından biridir. Hastaların çoğunda iki taraflıdır. Genellikle, gözler başlangıcından sonraki ilk 3 yıl içinde tutulur. Göz hastalığı, alevlenmelerle giden kronik bir seyir gösterir. Gözün hem on hem arka kamaraları tutulur (anterior ve posterior uveit) Her alevlenmede sonra, giderek görme kaybına neden olacak bazı yapısal hasarlar oluşur. Nörolojik tutulum,  BS’li çocuklarda nadir de olsa nörolojik tutulum görülebilir. Sara nöbetleri, artmış kafa içi basıncıyla ilişkili baş ağrısı ve beyin bulguları karakteristiktir. En ağır biçimi, erkeklerde görülür. Bazı hastalar, psikiyatrik problemler geliştirebilir.
 
Çocukluk çağı dermatomiyoziti (juvenil dermatomiyozitis) Çocukluk çağı dermatomiyozit; kendi dokularına zarar veren bağışıklık sistemi hastalıgidir. Bu hastalikta kas ve deri dokusun beraber bazen kas dokusu bazende sadece deri dokusunun iltihablanmasina bagli sikayet ve bulgular cikar. Özellikle kalça ve omuz çevresindeki kaslarda güçsüzlüğe, yüzde, göz kapaklarında, el parmak eklemleri, diz ve dirseklerin dış yüzlerinde leylak kirmizisi renginde döküntülere yol açar. Fiziksel zindelik ve hareketliliği ileri derecede kısıtlayan yorgunluk, CDM’deki iltihabın sebep olduğu en belirgin kaş güçsüzlüğü belirtileridir.
 
 
Skleroderma, Yunanca “sert deri” anlamına gelen bir kelimedir. Deri yapisinda bilinmeyen bir neden ile  istenmiyen derecede fibroz doku artis olur buda derinin sertleşme ve gerginlemesine sebep olur bu gerginliğe bagli hareket kisitliligi ve doku kaybı gelisir. Deri sertleşmesi değişik bölgelerde ve farkli goruntulerde gelişebilir. Derideki bu  doku degisikligi diğer butun organlarada yayginlik gösterirse buna bagli organsal işlev  bozukluklari gelişir.Sklerodermanın iki farklı tipi şunlardır:Lokal skleroderma’da hastalık bölgesel olarak deri ve deri altı dokularıyla sınırlanmıştır. Yama (morfea) veya sıkı bir bant (lineer skleroderma ) şeklinde olabilir.Sistemik skleroderma (veya sistemik skleroz)’da tutulum geniş çaplıdır ve yalnız deriyi değil iç organları da tutabilir. Bu, mide yanması, soluk darlığı veya yüksek kan basıncı gibi farklı yakınmalara yol açar.Agri sendromlariFibromiyalji, uzun süreli yaygın kas-iskelet ağrıları, yumuşak dokularda (kas ve tendon) hassas noktalar ve şiddetli yorgunlukla karakterize bir hastalıktır. Hastalık daha çok ergenlik çağında olmak üzere çocuklarda seyrek olarak bildirilir. Hastalar dokuların derinlerinde yaygın ağrıdan şikayetçidirler. Ağrının şiddeti değişkendir. Ağrı vücudun her iki kısmında, üst ve alt ekstremitede olabilir.Hipermobilite sendromuEklem gevşekliği veya halk arasinda cok esnek yapili olarak bilinen bu hastalarda doğumsal/genetik  bag dokusundaki yapisal degisiklige bagli olarak bir veya daha cok eklemde normalin üzerinde eklem acikligi vardir. Bu neden ile eklem yüzeylerinde zaman içinde mikrotravmalarin etksi ile asinm ve zedelenmeler olmaktadır. Bu da hastada eklem agrilar bazan hareket kisitliligi hata  fonksyon kayiplari olabilmektedir.
 
Çocukluk çağı, büyüme ve gelişmenin devam ettiği, bireylerin pek çok konuda ebeveynlerine ihtiyaç duyduğu hassasiyet gerektiren bir dönemdir. Çocukluk döneminde karşılaşılan sağlık problemleri, bu nedenlerden dolayı yetişkinlik dönemi ile karşılaştırıldığında çoğu zaman daha zorlu ve daha ağır geçen bir süreç anlamına gelir. Kız ve erkek çocuklarında cinsel organların gelişim içerisinde olduğu bu dönemde Çocuk Ürolojisi alanına giren birçok hastalık, yetişkinlerden farklı olarak çocuklara özel olması gereken tıbbi teknik ve tedavi süreçleri gerektirir. Bu amaca yönelik olarak çalışan Çocuk Ürolojisi kliniklerinde 0-16 yaş aralığındaki hastalarda, doğumdan önce bilinen veya doğum sonrası ortaya çıkan ürolojik hastalıklara yönelik, teşhis, tedavi ve takipler gerçekleştirilir. 
 
Çocuk Ürolojisi kliniklerimizde minimal invaziv teknikler kullanarak az yara izi, hızlı iyileşme ve ağrısız tedavi imkanları sunuluyor. Sünnet, inmemiş testis, apandisit, safrakesesi, kanlı ishal, kusma, ateş, karında şişlik gibi belirtiler gösteren Hirschsprung hastalığı ameliyatlarında laparaskopik yöntemler, böbrek, mesane taşı, tümör ve enfeksiyonları hastalıklarında ise sistoskopik yöntemler başarıyla uygulanır.
 
İslam dininin gereklilikleri arasında yer alan ve müslümanlar arasında erkek çocuklarının yetişkinliğe ilk adımları olarak tabir edilen sünnet, penis yüzeyini kaplayan derinin basit bir cerrahi operasyon ile penisten ayrıştırılmasıdır. Bu işlem esnasında penise zarar verilmemesi, gerekli hijyenik koşulların sağlanabilmesi adına sünnet mutlaka sağlık kuruluşlarında Çocuk Ürolojisi kliniği hekimleri tarafından yapılmalıdır.
 
Çocuk Ürolojisi kilinklerinde tedavisi yapılan kız-erkek çocuklarının ürolojik hastalıkları şöyle sıralanabilir:
 
İnmemiş Testis: Erkek bebeklerde anne karnındaki gelişme döneminde karında bulunan testisler, gebeliğin 32 ile 36. haftaları arasında skrotum adı verilen torbalara iner ve olması gereken yerini alır. Bazı bebeklerde bu iniş gerçekleşmemiş veya tamamlanmamış olabilir. Bu olgularda testislerdeki sorun, doğum sonrasında yapılacak olan detaylı muayene ile tespit edilir, çoğu ilk 3 ayda yapılmakla birlikte inmemiş testislerin tedavisi, cerrahi operasyon yardımıyla 1 yaşından önce yapılmalıdır.
Hidrosel: Testislerin etrafını çevreleyen zarların içinde aşırı sıvı birikmesi ve buna bağlı olarak testislerin şişmesi şeklinde gelişen hidrosel hastalığı, halk arasında su fıtığı olarak da bilinir. Hastalık doğumsal olarak var olabileceği gibi yaşamın herhangi bir döneminde de ortaya çıkabilir. Hastanın öyküsü ve klinik muayene eşliğinde kolaylıkla tanı koyulabilir.
Spermatik Kordon Kisti: Su fıtığının (hidrosel) farklı bir türevi olan spermatik kordon kistinde kasığın orta kısmı ve buna yakın bölgelerde içi su dolu kist oluşumu ile gelişir. Tedavisi hidrosel hastalığı ile benzerdir ve Çocuk Cerrahisi kliniklerinde yapılmalıdır.
Hipospadias (Peygamber Sünneti): Erkek çocuklarda doğumsal bir anomali olarak görülen hipospadias, üretranın alta açılması şeklinde de belirtilir. Sağlıklı bir yapıya sahip olan peniste üretra (idrar kanalı) penis başının uç kısmında sonlanırken bu hastalığa sahip olan bireylerde üretranın bitimi, penisin alt yüzeyinde veya daha geri kısımda yer alır. Üretranın sonlandığı nokta penis başına göre ne kadar geride ise hastalığın boyutu o kadar ciddidir. Bazı ileri düzey vakalarda idrar kanalının bitimi testislerin daha gerisindeki kısımda olabilir. Tek tedavi seçeneği cerrahi operasyondur.
Epididimoorşit (Testis İltihabı); Erkek cinsel organı içerisinde yer alan bir bölüm olan epididimin enfeksiyonu, genellikle ilerleyerek testislere doğru yayılır ve bu nedenle hastalık epididimoorşit veya orşiepididimit şeklinde adlandırılır. Hastalık çoğunlukla yetişkin yaş döneminde görülse de çocukluk döneminde de ortaya çıkabilir.
Balanit, Postit ve Prostatit Gibi Enfeksiyonlar: Balanit glans penis olarak adlandırılan penis başının, postit sünnet derisinin, prostatit ise prostatın enfeksiyonuna verilen isimdir. Üç farklı hastalık da erkek cinsel organında görülen enfeksiyöz hastalıklar olup birkaç tanesi birlikte de gözlenebilir. Tedavi edilmemesi durumunda ilerleyerek daha ciddi boyutlara ulaşabilen bu hastalıklar mutlaka Çocuk Ürolojisi uzmanları tarafından değerlendirilmelidir.
Varikosel: Kısırlık sorununa en çok neden olan ürolojik hastalıklar arasında yer alan varikosel, testis organındaki toplardamarların varis tarzında genişlemesi, buna bağlı olarak testislerdeki ısı dengesinin bozulması şeklinde gelişir. Spermlerin yaşayabileceği belli bir ısı aralığı vardır ve vücut ısısı bu aralığın üzerinde olduğu için testisler vücut dışına doğru yönelmiştir. Varikosel nedeniyle ısı dengesinin bozulması, aynı zamanda toplardamarlarda bulunan kirli kanın testiste birikmesi testis fonksiyonlarını, sperm sağlığını ve hormonal dengeyi olumsuz etkileyerek kısırlık sorununa yol açar ve bu nedenle hastalık cerrahi girişimlerle tedavi edilmelidir.
Kasık Fıtığı: İnguinal herni olarak da bilinen kasık fıtığı, karın içi dokularının anormal şekilde dışarıya doğru çıkarak kasık bölgesinde şişlik (fıtık) oluşturması şeklinde gelişir. Her yaşta görülebileceği gibi çocukluk döneminde de bu hastalığa rastlamak mümkündür. Tedavisi fıtığın cerrahi girişimler yardımıyla büyümeden çıkarılması şeklinde uygulanır.
Kız Çocuklarda Over Kistleri ve Torsiyonu: Çeşitli nedenlere bağlı olarak gelişebilen over (yumurtalık) kistleri, kadın cinsiyeti arasında en yaygın olarak görülen genital hastalıklardan bir tanesidir. Genellikle üreme çağındaki kadınlarda da görülse de bazı durumlarda kız çocuklarında da over kistlerine rastlanabilir. İyi veya kötü huylu olabilen bu kistler patlama veya kendi etrafında dönerek (torsiyon) yumurtalıktaki kan akışını bozma risklerini barındırması nedeniyle belirli bir boyutun üzerine çıkması durumunda cerrahi operasyonlarla alınmalıdır.
Labial Yapışıklık ve Hymenin Kapalı Olması: Kız çocuklarında genital organda var olan doğumsal bazı şekil farklılıkları nedeniyle labial yapışıklık ve kızlık zarı olarak da bilinen hymenin kapalı olması şeklinde farklı anomaliler görülebilir. Bu tarz anomaliler çocukluk döneminde veya ergenlik döneminin başlangıcı itibariyle ciddi sağlık sorunlarına neden olabilmesi nedeniyle tespit edildiği takdirde derhal cerrahi girişimler yardımıyla tedavi edilmelidir.
Böbrek Kistleri, Tümörleri ve Taşları: Böbreklerde oluşan kist, tümör ve taşlar böbreğin normal çalışma fonksiyonunu sağlayamamasına ve buna bağlı olarak organ hasarına kadar varabilen ciddi sağlık sorunlarının oluşumuna neden olabilir. Bu nedenle Çocuk Ürolojisi kliniklerinde yapılan muayeneler ve tanı testleri sonucunda takibe veya ilaç tedavisine yanıt vermeyen kist, tümör ve taşlar cerrahi operasyonla ortadan kaldırılmalıdır.
Böbrek Üreter (UPJ) – Üreter Mesane (UVJ) Bileşke Darlıkları: İdrar üreten ve zararlı maddelerin vücuttan atılması, idrar içerisinde kalan vücudun ihtiyaç duyduğu maddelerin ise geri emilmesinde komplike görevlere sahip olan böbreklerde bulunan kanallarda var olan darlık ve tıkanıklıklar, vücutta sıvı ve elektrolit dengesinin bozulmasına ve ayrıca böbrek hasarına neden olabilen ciddi sorunlardır ve derhal tedavi gerektirir.
Üreter Genişlemesi ve Taşları: Tıpkı böbrek, üreter, mesane bileşke darlıklarında olduğu gibi üreterin genişlemesi de böbreklerin görevini tam olarak yapamamasına ve buna bağlı olarak vücutta sıvı ve elektrolitler başta olmak üzere birçok dengenin bozulmasına yol açabilir. Üreter içerisinde oluşan taşlar kanalların tıkanmasına, buna bağlı olarak idrar çıkışının azalması ve durması, böbreklerdeki basıncın yükselerek organın hasar görmesi gibi sorunlara yol açabilir ve mutlaka tedavi edilmelidir.
Vezikoüreteral Reflü (VUR): Böbrekleri mesaneye bağlayan kanallar olan üreterlerde bulunan idrarın, mesaneden tüplere geri kaçışı vezikoüreteral reflü olarak adlandırılır. Genellikle sürekli olarak idrarın tutulmasına bağlı olarak mesane-üreter arası kapakçıkların bozulması nedeniyle gelişir ve yaygın olarak küçük çocuklarda görülür. Böbrek hasarına neden olabilen bu hastalık cerrahi girişimler yardımıyla tedavi edilebilir.
Mesane Enfeksiyonları ve Taşları: Boşaltım sistemi organlarının herhangi birinde oluşacak olan tüm enfeksiyonlar gibi mesane enfeksiyonları da zamanında tedavi edilmediği takdirde böbrek sağlığını tehdit eder. Aynı zamanda mesanede bulunan taşlar da idrar kanalını tıkayarak basınç artışına ve buna bağlı olarak organ hasarlarına yol açabilir. Bu nedenle mesanede tespit edilen enfeksiyon ve taşlar mutlaka tedavi edilmelidir.
Ekstrofia Vesika: Karın ön duvarının oluşmamasına bağlı mesanenin karın dışına açılması, Ekstrofia Vesika olarak adlandırılan nadir görülen konjenital (doğumsal) bir hastalıktır. Hastalığın farklı türleri ve türüne göre değişen tedavi yöntemleri olmakla birlikte tedavi yöntemlerinin tamamı cerrahi operasyonlar şeklindedir.
Çocuk Ürolojisi kliniğinde uygulanan tanı ve tedavi yöntemleri şöyle sıralanabilir:
 
  • Laparoskopik girişimler (Kapalı cerrahi operasyonlar)
  • Endoskopik girişimler (Açık cerrahi operasyonlar)
  • Kolonoskopi, rektoskopi, anoskopi
  • Sisitoskopi, üreteroskopi
  • Ürodinamik incelemeleri
  • Bronkoskopi
  • Sistomerti
  • Motilite çalışmaları
  • Özofgus manometrisi
  • Anal manometri
  • pH metre çalışmaları (GER tanısı)
  • Üroflovmetri
  • Özofagoskopi, gastroskopi, duodenoskopia
Eğer çocuğunuz yukarıda belirtilen ürolojik hastalıklardan herhangi birine sahipse veya siz de bu hastalıklardan birine veya birkaçına sahip olduğundan şüpheleniyor iseniz çocuğunuzla birlikte Çocuk Ürolojisi kliniklerine başvurarak gerekli tanı testlerini yaptırabilir, gerekli görüldüğü takdirde ilgili tedavi sürecine başlayabilirsiniz.
Sağlıklı bir yetişkinlik dönemi için çocukluk ve ergenlik döneminde psikolojik sorunların oluşmadan önlenmesi, psikiyatrik hastalık var ise doğru şekilde tedavi edilmesi gerekir. Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi, bireyin yetişkinlik dönemine ulaştığında sağlıklı bir yaşam sürebilmesi, öz güven sahibi bir kişi olabilmesi, daha büyük ve tedavisi zor olan kalıcı psikiyatrik hastalıkların erken dönemde tedavi edilebilmesi için oldukça kritik bir öneme sahiptir. Geçmiş döneme oranla günümüzde Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi alanının kapsamı, toplumsal etkinliği ve gereksinimleri ülkemizde ve dünyada oldukça hızlı bir şekilde genişlemektedir. Oldukça geniş kapsamlı bir alan olması nedeniyle tüm biyolojik, sosyolojik ve psikolojik bilim dalları ile de doğrudan etkileşim içerisindedir.
 
Çocukluk ve Ergenlik Dönemindeki Bireylerde Ruh Sağlığı
Çocuk ve ergenlerin sürekli bir gelişim içerisinde bulunan fiziksel ve ruhsal yapıları, yetişkinlerdeki ruh sağlığı tanımlarının çok daha ötesinde ve özgün kavramlar içeren psikolojik muayene, gözlem ve tedavi süreçleri gerektirir. Bu nedenle yetişkinlerin ruh sağlığı ve hastalıklarını inceleyen Psikiyatri bölümlerinin haricinde çocukluk ve ergenlik dönemi üzerinde yoğunlaşan Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi alanı geliştirilmiştir. Yetişkin olma sürecinde ilerleyen çocukluk ve ergenlik dönemindeki bireylerde neredeyse her yaş, farklı bir ruhsal gelişim sürecini ifade etmektedir. Bu nedenle Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi bölümünde farklı gelişim dönemlerine karşılık düşen farklı psikolojik yapılanmalar, aile yapısı ve çevresel faktörler detaylı bir şekilde irdelenerek çocuk ve ergenin içinde bulunduğu ruhsal gelişim evresi saptanır, olası sorunlar ve hastalıklar belirlenerek gerekli tanı, tedavi ve takip süreçleri başarıyla uygulanır.
 
Çocuk ve Ergen Psikiyatrisinin İlgilendiği Hastalıklar
İnsan yaşamında gerek fizyolojik yapı, gerekse karakter gelişimi anlamında en çok gelişim ve değişimin gerçekleştiği evre çocukluk ve ergenlik dönemlerinin içinde bulunduğu 0-18 yaş aralığıdır. Bu dönemde bireyde gözlenen her türlü değişim, yalnızca bu dönemi etkilemeyip tüm yaşamı yönlendiren kalıcı etkiler doğurmaktadır. Bu dönemdeki psikolojik gelişim ve psikiyatrik hastalıklar üzerinde yoğunlaşan bir tıp dalı olan Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi, Avrupa Tıp Uzmanları Birliği tarafından “18 yaş altı çocuklarda uzman hekim tarafından tıbbi yöntemler, standartlar ve yaklaşımlar ile ruh sağlığı sorunlarının önlenmesi, tanı konması ve tedavisinin uygulanması” olarak tanımlanır.
 
Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları bölümünde, bireysel psikoterapi (psikanalitik, destekleyici, bilişsel davranışçı terapiler, EMDR (Göz Hareketleri ile Duyarsızlaştırma ve Yeniden İşlemleme), Otojenik Gevşeme Terapisi, aile terapisi, ilaç tedavisi ve psikometrik değerlendirmeler uygulanarak 0-18 yaş arası çocuk ve ergenlere tedavi hizmeti sunulmaktadır. Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi alanında uzmanlık sahibi hekimler, gerekli durumlarda ek olarak çeşitli tanı testlerinin ve tedavi süreçlerinin yönetilmesinde alanında uzman psikologlardan da destek alır. Psikologlar tarafından çocukluk ve ergenlik dönemine özgü psikiyatrik hastalıkların tanısının koyulabilmesini yardımcı olması amacıyla birtakım gelişim, dikkat ve zeka testleri uygulanır. Bu testlerden yaygın olarak tercih edilenler şunlardır:
 
Gelişim Testleri
AGTE: Açılımı Ankara Gelişim Tarama Envanteri olan AGTE testi, 0-6 yaş aralığındaki bebek ve çocuklara uygulanan bir gelişimsel değerlendirme aracıdır. Evet, hayır ve bilmiyorum seçeneklerinden bir tanesinin işaretlenmesi şeklinde uygulanan testte toplamda 154 soru bulunur ve Dil-Bilişsel, İnce Motor, Kaba Motor ve Sosyal Beceri-Özbakım şeklinde 4 alt testten oluşur.
Denver 2 Gelişim Testi: Küçük çocuklarda rastlanabilecek olan gelişimsel sorunların tespit edilebilmesi amacıyla geliştirilmiş olan ölçme araçlarından bir tanesi olan bu testte çocukta yaşın gerektirdiği uygun becerilerin bulunup bulunmadığı değerlendirilirken gelişimsel anlamda şüpheli görülebilecek durumlar objektif bir biçimde ölçülür ve risk altındaki çocuklar belirlenir. 4 alt bölümden oluşan test toplamda 116 sorudan oluşur.
Peabody Resim Kelime Testi: 2,5-18 yaş aralığındaki çocuk ve ergenlerde dil gelişimi ve kelime bilgisinin ölçülmesinde kullanılan testte resimlerle kelime ve kavram gelişimini ölçmeyi hedefleyen sorular yer alır. 4 resim arasından bir tanesinin seçilmesi şeklinde sorulardan oluşan testte toplamda 100 soru bulunur ve her doğru yanıt için 1 puan alınır.
Bender-Gestalt Görsel Motor Algı Testi: Çocuklarda görsel motor işlevlerinin değerlendirilmesi amacıyla uygulanan bu test 5,5 yaş ile 11 yaş aralığındaki çocuklara uygulanır. Çocuklara 9 farklı şekil verilir ve bu şekillerin boş bir kağıda çizilmesi istenir. Yapılan çizimler değerlendirilerek görsel zeka, regresyon, fonksiyon kayıpları ve organik beyin hasarları incelenir.
Metropolitan Okul Olgunluğu Testleri: Okula başlamaya hazırlanan okul öncesi dönemdeki çocuklara uygulanan bu testler; çocuğun bedensel, sosyal, bilişsel ve duygusal anlamlarda okul olgunluğuna sahip olup olmadığının araştırılmasında kullanılır. Testlerde çocuğun gerekli öz bakım becerilerine sahip olup olmadığı, ince ve kaba motor kas gelişimini tamamlayıp tamamlamadığı gibi hususlar incelenir.
Koppitz İnsan Çizim Testi: 4-9 yaş aralığındaki çocuklarda duygusal olgunluk seviyesinin ve duygusal gelişim sürecinde yaşanan olası sorunların belirlenmesi amacıyla uygulanan bu test, aynı zamanda çocukta duygusal olgunluğun yaş ile doğru orantıda olup olmadığının incelenmesinde de kullanılır.
Porteus Labirentler Testi: Sözel açıklamaya dayalı olmayan ve 12 adet labirentin çıkış yolunun bulunması şeklinde uygulanan testte genel yeteneğin belirlenmesi hedeflenir. 7,5-14 yaş aralığındaki bireylere uygulanır.
OKHT (Okula Hazırlık Testi): OKHT testinde 6 yaş 4 aydan daha küçük çocuklarda ana sınıfı döneminde zorluklar yaşamış olan ve birinci sınıfa başlayıp başlamaması konusunda tereddütte kalınan çocukların temel bilgi ve becerileri test edilir. Farklı alanlardaki gelişimleri ölçen 7 bölüm ve toplamda 90 sorudan oluşur.
Kent EGY Testi: Sözel performansa dayalı bir test olan Kent EGY testinde duyma, konuşma ve sözel ifadede herhangi bir sorunu olmayan 6-14 yaş aralığındaki çocukların zekası incelenir ve olası patolojiler saptanır. Süre sınırlaması bulunmayan bu test bilgiye ve dile dayalıdır.
Gesell Gelişim Figürleri Testi: Görsel algı gelişiminin ölçüldüğü testte kolaydan zora doğru sıralanmış olan 9 geometrik şekil verilir ve çocuğun bu şekilleri doğru bir şekilde kağıda dökmesi istenir. Performansı ölçen bu testte zaman sınırlaması yoktur ve 1-7 yaş aralığındaki çocuklara uygulanır. Test sonucuna göre çocuğun zihinsel yaşı ve ortalama zeka düzeyi belirlenir.
Yukarıda belirtilen testler arasından psikiyatr ve psikolog muayenesi esnasında elde edilen bulgulara uygun olanları uygulanarak çocuğun dil bilişsel gelişimi, psikososyal gelişim, sosyal beceri ve öz bakım gelişimi, ince motor-kaba motor gelişimi, görsel algılama yaşı ve alıcı dil yaşları ölçülür. Muayene esnasında şüphelenilen herhangi bir psikiyatrik hastalığın test sonucunda da görülmesi durumunda Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi uzmanları tarafından uygun şekilde tedavi süreci başlatılır.
 
Dikkat Testleri
Moxo d-CPT Dikkat Performans Testi: Çocuklarda dikkat eksikliği, hiperaktivite bozukluğu, zamanlama bozukluğu, dürtüsellik gibi sorunların tespit edilebilmesi amacıyla uygulanan testte görsel ve işitsel çeldiriciler bulunur. 7 yaş ve üzerindeki çocuk ve ergenlere uygulanan test aynı zamanda yetişkinler için de kullanılabilir.
Zeka Testleri
R.b Cattel Testi 2A ve 3A: R.B. Cattel tarafından geliştirilmiş olan Cattel testinin 2A, 3A gibi uygulandığı yaş aralıklarına göre farklılaştırılmış formları vardır. Kültürden arındırılmış şekilde hazırlanan test her toplumda uygulanabilir. Uygun yaş grubundaki bireylere verilen formun belirli bir süre içerisinde yanıtlanmasının istendiği test ile zeka ve performans düzeyi ölçülür.
Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi bölümümünde yukarıda verilen ve mutlaka uzman kişilerce yapılması gereken psikolojik testler titizlikle uygulanarak klinik bulgular ile karşılaştırılır. Sonuç olarak olası psikolojik sorunlar belirlenerek uygun tedavi planı saptanır ve psikolojik sorunların önüne geçilmesini sağlayıcı tedavi süreci başlatılır. Eğer sizin de 0-18 yaş aralığındaki çocuğunuzun günlük hayatını, ruhsal ve bedensel gelişimini, okul başarısını ve diğer insanlarla ilişkilerini olumsuz etkileyebilecek duygusal ya da davranışsal belirti veya belirtiler bulunuyorsa çocuk psikiyatri uzmanlarına başvurabilirsiniz.
Deri, dış ortamla sürekli temas halinde olması nedeniyle hastalıkların oluşumuna açık bir organdır. Günlük yaşamda çevresel etkenler, kimyasal maddeler, alerjenler ve benzeri uyarıcılara sıklıkla maruz kalınması nedeniyle dermatolojik rahatsızlıkların ortaya çıkması kolaylaşabilir. Deride oluşabilecek hastalıklar bazı durumlarda estetik ve kozmetik sorunlara, bazı durumlarda günlük işlevlerin yerine getirilmesinde oluşabilecek zorluklara neden olabilir. Bu nedenle dermatolojik hastalıklar fark edildikleri andan itibaren derhal tedavi edilmelidir. Cilt hastalıklarının tanı ve tedavileriyle Cildiye veya Deri ve Zührevi Hastalıkları olarak da bilinen Dermatoloji bölümlerinde, 6 yıllık tıp eğitiminin ardından 4 yıl uzmanlık eğitimi alan hekimler ilgilenir. 
 
Dermatoloji Kliniklerinde Hangi Hastalıklar Tedavi Edilir?
Dermatoloji bölümü, tüm cilt hastalıklarının tanı ve tedavisine yönelik hizmetler verir. Mantar hastalıkları, sedef hastalığı (psoriasis), akne, ergenlik sivilceleri, egzamalar, frengi, bel soğukluğu gibi zührevi hastalıklar, tüm cinsel yolla geçen deri hastalıklarının tedavisi, deri kanserleri (melanoma teşhisi ve tedavisi), doğum lekeleri, saç dökülmeleri, ilaç alerjileri, kurdeşen (ürtiker) tedavisi ve nedenlerinin araştırılması, güneş alerjisi ve tedavisi, ağız içi hastalıkların tedavisi, Behçet hastalığı, aft, dil mantarı ve diğer hastalıklarının tedavisi, genetik geçişli deri hastalıkları, siğil, et benleri ve molluskum, tırnağın mantar hastalıkları, tırnak kalınlaşmaları, tırnak batması ve diğer tırnak hastalıkları, deride yağlanma, kepeklenme gibi rahatsızlıkların tanı ve tedavisi dermatoloji bölümlerinde gerçekleştirilir. 
 
Dermatolojik Hastalıklar Nasıl Tedavi Edilir?
Dermatolojik hastalıklarda teşhisin ardından hastaya ilaç tedavisi önerilebilir. İlaç tedavisinin yanı sıra dermokozmetik uygulamalarında cilt sorunlarının giderilmesinde önemli rolü vardır. Dermatoloji bölümünde uygulanan tanı ve tedavi yöntemlerinden bazıları şu şekilde sıralanabilir:
 
SAÇ DÖKÜLMESİ NEDENLERİNİN ARAŞTIRILMASI VE TEDAVİSİ
Saç dökülmeleri vitamin ve mineral eksiklikleri, stres, hormon düzeylerindeki bozukluklar ve mevsimsel değişimlerden kaynaklı olarak ortaya çıkabilir. Dönemsel olarak geçici saç dökülmelerinin görülmesi normal olabileceği gibi bu sorunun çok uzun süreler boyunca şiddetlenerek devam etmesi ciddi hastalıkların belirtisi olabilir. Bu nedenle saç dökülmesi problemi olan kişilerde bu sorunun nedeninin araştırılabilmesi ve önlenebilmesi için mutlaka dermatoloji muayenesi gereklidir.
 
AŞIRI TÜYLENME NEDENLERİNİN ARAŞTIRILMASI
Aşırı tüylenme, hem kadınlarda hem de erkeklerde görülebilen ve estetik anlamda hastaları oldukça rahatsız edebilen bir sağlık problemidir. Tüylenmenin en sık nedeni hormonal dengesizlikler olmakla birlikte bazen yalnızca genetik faktörlerin etkisi ile de bu sorun ortaya çıkabilir. Hirşutizm olarak da adlandırılan aşırı tüylenmede tedavi, öncelikli olarak tüylenmeye neden olan faktörlerin belirlenerek bunların ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu nedenlerin tedavi ile ortadan kaldırılmasının ardından tüylenmenin ortadan kaldırılmasına yönelik olarak hekim tarafından uygun görülmesi durumunda epilasyon tekniklerinden yararlanılabilir.
 
LAZER EPİLASYON
Dünya genelinde istenmeyen tüylerin kalıcı olarak yok edilmesi amacıyla en sık uygulanan yöntem olan lazer epilasyon, mutlaka dermatoloji uzmanlarının kontrolü altında, cilt tipine uygun cihaz, dalga boyu, seans aralığı gibi faktörlerin belirlenmesi ile hijyenik koşullara dikkat edilerek uygulanmalıdır. Uygun tekniklerle yapılan lazer epilasyon sonucunda istenmeyen tüylerin tamamına yakını kalıcı olarak yok edilebilir.
 
AŞIRI TERLEME TEDAVİLERİ
Hiperhidroz olarak da adlandırılan aşırı terleme sorunu, hastanın günlük hayatını ve sosyal aktivitelerini olumsuz yönde etkileyen bir durumdur. Genellikle koltuk altı bölgesi, avuç içleri ve ayak tabanlarında aşırı bir terleme sorunu ile birlikte kendini gösterir. Hastalığın oluşumunda stres, heyecan ve aşırı duygusallık gibi duygusal sorunlar rol oynayabileceği gibi ciddi bir hastalığa sekonder olarak da ortaya çıkabileceğinden mutlaka nedeni araştırılmalıdır.
 
TIBBİ TEDAVİLER İLE AŞIRI TERLEMENİN AZALTILMASI
Yaşam kalitesinin artırılması ve hastanın psikolojik anlamda kendini rahat hissedebilmesi açısından aşırı terleme sorunu mutlaka tedavi edilmelidir. Hastalığın tedavisinde öncelikli hedef altta yatan ve terlemeye sebebiyet veren herhangi başka bir hastalığın olup olmadığının araştırılması ve varsa tedavi edilmesine yöneliktir. Daha sonrasında hekim önerisine bağlı olarak halen aşırı terleme sorununun devam etmesi durumunda ilaç tedavisi, elektrik akımı ile tedavi ve botoks, cerrahi operasyon gibi tedavi seçenekleri uygulanabilir.
 
KOZMETİK DERMATOLOJİ
Cilt sağlığının korunması ve cildin güzelleştirilmesi amacıyla uygulanan ve cerrahi olmayan tüm işlemler kozmetik dermatolojinin alanına girer ve bu işlemlerin tamamı mutlaka dermatoloji uzmanları tarafından uygulanmalıdır.
 
KOZMETİK ÜRÜNLERLE OLUŞAN DERİ SORUNLARININ TEDAVİSİ
Kozmetik sektörünün yüksek bir kazanç potansiyeline sahip olması nedeniyle dermatolojik kullanıma uygun olmayan pek çok sağlığa zararlı ürün piyasada bulunur. Bu ürünlerin bilinçsizce kullanımı sonucunda gelişebilecek cilt sorunları, hassasiyet gösterilmesi ve dermatoloji uzmanlarınca tedavi edilmesi gereken sorunlardır.
 
KOZMESÖTİK ÜRÜN DANIŞMANLIĞI
Herhangi bir deri hastalığı olmasa da cilt sağlığının korunabilmesi için cilt sürekli temiz tutulmalı ve gerekli bakımlar yapılmalıdır. Bu amaçla kullanılacak kozmesötik ürünlere cildin türü ve sağlık durumu göz önünde bulunarak hekim tarafından yapılacak dermatolojik muayene sonucunda karar verilmelidir.
 
KİMYASAL PEELİNG UYGULAMALARI
Cilt yüzeyinde bulunan leke ve renk farklılıkları estetik açıdan hoş olmayan bir görüntüye sebep olur. Kimyasal peeling adı verilen işlem ile bir veya birden fazla kimyasal ajan deri yüzeyine uygulanarak istenen derinlik ölçüsünde bir nevi cildin soyulması işlemi gerçekleştirilir. Dermatolog önerisi ve kontrolü ile uygulanması gereken bu işlem ciltte görülen bu lezyonların tedavisi için bir seçenek oluşturur.
 
JESSNER PEELİNG
Bir peeling türü olan Jessner peeling, Jessner adı verilen özel solüsyonun cilde uygulanması ile gerçekleştirilir. Tıpkı kimyasal peeling gibi lekelerin ortadan kaldırılması, cilt renginin eşitlenmesi ve cildin aydınlatılması gibi sorunlar için bir tedavi yöntemidir.
 
TCA PEELİNG
Triklor asetik asit (TCA) solüsyonlarının kullanılması ile cildin istenilen derinlikte kontrollü olarak soyulması şeklinde uygulanan peeling yöntemidir. Ölü derinin uzaklaştırılmasında, cildin yenilenmesinde, pürüz ve lekelerin ortadan kaldırılmasında etkilidir.
 
GLİKOLİK ASİT PEELİNG
Toksik olmayan bir alfa hidroksi asit üyesi olan glikolik asit yardımıyla cildin soyulması işlemi glikolik asit peeling olarak adlandırılır. Cildin pürüzsüzleşmesini ve daha berrak bir görünüme kavuşmasını sağlar.
 
AFA PEELİNG
Kırışıklık oluşumunun önlenmesi, mevcut kırışıklıkların ortadan kaldırılması ve leke tedavisi amaçlarıyla uygulanan AFA peeling, aynı zamanda akne tedavisinde tek başına veya farklı tedavi yöntemlerini destekleyici olarak kullanılabilmektedir.
 
AMELAN PEELİNG
Tüm peeling türleri gibi cildin soyulması ile etki gösteren Amelan peeling tekniği, ciltteki pigmentasyon sorunlarının ortadan kaldırılmasına yönelik olarak uygulanır. Aynı zamanda cilt tonunun açılması için de tercih edilen bir tekniktir.
 
DERİ LEKELERİNİN TEDAVİSİ
Deriye rengini veren melanin adlı maddenin güneş ışınları, gebelik ve benzeri nedenlere bağlı olarak bazı bölgelerde birikerek oluşturduğu cilt lekeleri, deri yüzeyinde istenmeyen bir görünüme neden olur. Güneş lekeleri, çiller, sivilce lekeleri, doğum lekeleri, yanık izleri ve çatlak izleri gibi leke problemleri dermatoloji kliniklerinde uzman hekim tarafından önerilecek doğru teknikler yardımıyla kolaylıkla ortadan kaldırılabilir.
 
KIRIŞIKLIK TEDAVİSİ
Sürekli olarak tekrar eden mimikler veya yaşa bağlı olarak ortaya çıkan kırışıklıklar dermatoloji kliniklerinde uygulanabilecek pek çok yöntem yardımıyla giderilebilir. Bu amaçla geliştirilmiş pek çok tıbbi teknikten hangisinin uygulanması gerektiğine kırışıklığın oluştuğu bölge, kırışıklığın derecesi ve hastanın yaşı, cilt tipi gibi faktörler göz önünde bulundurularak uzman hekim tarafından karar verilmelidir.
 
BOTULİNUM TOKSİN UYGULAMALARI (BOTOKS)
Chlostridium Botulinum adı verilen bir bakteriden elde edilen toksinlerin cilde enjekte edilerek kazayakları, alın, kaşlar ve boyun gibi bölgelerdeki kırışıklıkların giderilmesi ve bu bölgelerde daha gergin ve genç bir görünüm elde edilmesi amacıyla uygulanan yöntemdir. Yaklaşık 10-15 dakika süren, hamile ve emziren kadınlar haricinde hemen hemen herkese uygulanabilecek bir tekniktir.
 
DOLGU MADDESİ ENJEKSİYONLARI İLE KIRIŞIKLIK TEDAVİSİ
Günümüzde kullanılan popüler kırışıklık giderme tekniklerinden bir tanesi olan dolgu enjeksiyonu, genellikle hyalüronik asit veya buna benzer asit bazlı enjeksiyonların cilt altına enjekte edilmesi ile gerçekleştirilir. Uygulamanın yapıldığı bölgeye bağlı olarak değişmekle birlikte genellikle uygulama 6 ay içerisinde etkisini kaybettiğinden her 6 ayda bir tekrarlanmalıdır.
 
Eğer siz de yukarıda belirtilen dermatolojik hastalıklardan herhangi birine sahipseniz veya cilt sorunlarınızın ortadan kaldırılması amacıyla belirtilen tedavi seçeneklerinden herhangi birini tercih etmek istiyorsanız derhal bir sağlık kuruluşuna başvurmalısınız. Dermatoloji bölümünde uzman hekimler tarafından yapılacak olan detaylı cilt muayenesi sonrasında hekiminizin önerileri doğrultusunda tedavi planınızı oluşturabilirsiniz.
Beslenme ve Diyet Bölümü olarak amacımız sağlığın korunması ve geliştirilmesi, beslenme ile ilintili hastalıkların iyileştirilmesi, toplumun beslenme durumunun ve beslenme sorunlarının saptanması ve değerlendirilmesi, beslenme sorunlarına çözüm bulan plan ve politikaların oluşturulması, beslenme ve besinlerle ilgili bilimsel ilkelerin geliştirilmesi, yiyecek-içecek hizmeti veren birimlerin yönetim ve organizasyonunun sağlanması konuları ile ilgili çalışmalar yapmak ve bu alanlarda ülkemiz gerçeklerini göz önünde bulundurarak etkin görev almaktır. Sizlerin sağlığı için tıbbın sağladığı tüm imkanlardan da faydalanarak hastanemizin birçok bölümüyle işbirliği içinde çalışmaktayız.
 
Günümüzde özellikle çocuk, gebe ve yaşlı risk grupları başta olmak üzere her birey için yeterli ve dengeli beslenme yaşam tarzının oluşturulması büyük bir önem taşımaktadır. Deneyimli uzmanlarının önerileri şu şekildedir:
 
– Beslenmenizde bütün besin gruplarına (ekmek, et, süt, meyve ve sebze) yer verin.
– Porsiyonlarınızı ölçülü tutun ve aşırıya kaçmamaya dikkat edin.
– Özellikle işlenmiş gıdalar yerine doğal gıdaları tüketmeye özen gösterin.
– Aşırı yağlı gıdalardan kaçınmaya çalışın.
– Günlük su tüketiminize dikkat edin.
– Düzenli egzersizi hayatınızın bir parçası haline getirin.
 
DİYET PROGRAMLARIMIZ
 
 
Beslenme diyet uzmanlarımız eşliģinde hazırlanan diyet program paketlerimizi 1 aylık, 2 aylık veya 3 aylık takiplerle oluşturmaktayız. Diyet program paketlerimiz ayda 4 görüşmeden oluşmaktadır. Her görüşmede vücut analizi yapılmaktadır.
 
KAN TAHLİLLERİ
 
 
Diyet programlarının sağlıklı bir şekilde devam edebilmesi için öncelikle belirli tetkikleri yaptırmanız gerekmektedir. Sabah 09:00 ‘dan önce, aç karnına verilen kanların sonuçları çıktıktan sonra beslenme ve diyet uzmanınızdan diyet programınız için randevu alabilirsiniz. Kan vermeden önce yiyecek içecek tüketmemeli ve sigara içmemelisiniz.
 
KİLO KORUMA PROGRAMI
 
 
İdeal kilonuza ulaştıktan sonra beslenme ve diyet uzmanlarımızca belirlenen kilo koruma programlarıyla sağlıklı beslenmeyi yaşam tarzı haline dönüştürmek en temel amaçlarımız içerisinde bulunmaktadır. Kilo koruma programları bireyden bireye değişken olup, beslenme ve diyet uzmanınızla beraber bireye özgü program oluşturulmaktadır.
 
DİYET KONTROLLERİ
Haftalık olarak yapılan kontrolleriniz beslenme ve diyet uzmanınızla belirlediğiniz uygun gün ve saatte yapılmaktadır.
Fizik tedavi ve rehabilitasyon, doğuştan ya da sonradan edinilmiş, kas, sinir ve iskelet sistemi problemlerinin yanı sıra, nörolojik hastalıklar, ortopedik problemler, fıtık, felç, travma, ağrı, kireçlenme, ameliyatlardan sonra gelişen fonksiyon bozuklukları ve diğer hastalıklara bağlı olarak ortaya çıkan hareket kısıtlılıklarının tanı, tedavi ve önleyici tedavisi ile ilgilenen bir uzmanlık dalıdır. Her kişide farklı olarak gelişebilen fonksiyon ve hareket kayıplarının tedavisi için, fizik tedavi uzmanı hekimler tarafından hastalara pek çok farklı tedavi şekli uygulanır.
 
Tedavide amaç, farklı hastalıklar ve yaralanmalar sonucu meydana gelen bozukluğun ve hastanın yaşam kalitesinin düşmesine sebep olan durumun ortadan kaldırılması, bağımsız hareket potansiyelinin artırılması, var olan ağrı ve yakınmaların giderilmesidir. Ayrıca spor aktiviteleri sırasında meydana gelen, incinme ve yaralanmalardan sonra hastalarda oluşan hareket kısıtlılığının giderilmesi için de modern rehabilitasyon teknikleri, uzman fizik tedavi ve rehabilitasyon hekimi tarafınca uygulanır.
 
Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Nedir?
Fizik tedavi ve rehabilitasyon; kişinin yaşamını ve hayat kalitesini etkileyen engellilik durumunun iyileştirilmesi ve ortadan kaldırılması için multidisipliner yaklaşım ile yani diğer tıp branşları ile birlikte çalışan, hastanın sosyal hayatına etkin bir şekilde geri dönmesi için çalışan tıp bilimidir. Fizik tedavi ve rehabilitasyon bölümüne yatan ya da ayaktan gelen hastaya özel durumu göz önünde bulundurularak en uygun tedavi seçeneği uygulanır. Kalıcı ve hareket kısıtlılığı yaratan hasarlanmalara bağlı olarak gelişen fonksiyon kapasitesinin belirlenmesi ve giderilmesi için termoterapi olarak tanımlanan ısı uygulamaları, kriyoterapi yani soğuk uygulamaları, su ile tedavi, elektrik akımları ile tedavi, fototerapi, mekanoterapi ve ilaçla tedavi gibi pek çok yöntem ve teknolojik gereç kullanılır. Kas ve iskelet sistemi hastalıklarının yanı sıra, ortopedik girişimler sonrası uygulanan ortopedik rehabilitasyon, inme sonrası gelişen hareket bozuklukları, yüz felci, sinir hasarlanmaları sonrasında nörolojik rehabilitasyon, doğum sırasında gelişen rahatsızlıklar için pediatrik rehabilitasyon uygulanır. Sinir kesisi, kırık ve benzeri problemler için yapılan el cerrahisi sonrası rehabilitasyon ile yanıklara bağlı olarak gelişen hareket bozukluklarının rehabilitasyonu da fizik tedavi uzmanları tarafından gerçekleştirilir.
 
Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Ne ile İlgilenir?
Fizik tedavi ve rehabilitasyon bölümü, hastalarda var olan ağrıların ve inflamasyonun giderilmesi, kan dolaşımının sağlanması, ilaç gereksiniminin azaltılması, duruş bozukluklarına bağlı olarak gelişen problemlerin ortadan kaldırılması ile ilgilenir. Bölümün hekimleri, hastaya ve hastalığa özel programlar oluşturur, tedavi düzenler ve uygular. Kemik erimesi, karpal tünel, kübital tünel, boyun ve bel fıtığı, tetik parmak, SMA hastalarıyla birlikte lenfödem olarak bilinen lenf nodülleri alınan hastalar ve radyoterapi alan, meme kanserine bağlı olarak mastektomi yapılan hastalar fizik tedavi ve rehabilitasyondan destek alır. Eklem içi ve yumuşak doku enjeksiyonları, PRP uygulamaları, nöroterapi, mezoterapi ve kuru iğne ile ağrı tedavisi gibi pek çok yöntem ile hareket kısıtlılığına yol açan durum veya durumların ortadan kaldırılması ve kişinin normal hayatına dönmesi hedeflenir. Fizik tedavi ve rehabilitasyon bölümünün uzmanlık alanına giren diğer tedaviler şunlardır;
 
  • Tam ya da kısmi felçli hastaların hareketlerinin artırılması, koordinasyonun sağlanması ve kas gruplarının güçlendirilmesi
  • Omurilik yaralanmaları bulunan ve serebral palsi hastalarının hayat kalitelerinin yükseltilmesi
  • Spor yaralanmalarına bağlı olarak gelişen menisküs, kas zedelenmeleri, kırık ve diğer yaralanmaların rehabilitasyonu 
  • Romatoid artrit ve ankilozan spondilit gibi romatizmal hastalıkların tanı ve tedavisi sonrasında özel fizik tedavi yöntemleri ile hastanın hareketlerinin artırılması
  • Osteoporoz ve dejeneratif eklem hastalıklarının rehabilitasyonu
  • Skolyoz olarak tanımlanan omurga eğriliği bulunan hastaların tedavisi
  • Fibromiyalji ve miyofasiyal ağrı sendromuna bağlı gelişen hareket kısıtlılıklarının giderilmesi ve hastaların hayat kalitelerinin artırılması
  • El yaralanmalarına bağlı olarak uygulanan mikro cerrahi operasyonlar sonrası rehabilitasyon
  • Bel ve boyun fıtığı operasyonu öncesi ve sonrasında hastaların günlük aktivitelerine hızlı bir şekilde dönebilmesi için rehabilitasyon
  • Boyun kaynaklı baş ağrıları tedavisi
  • Kol ve bacakta görülen sinir sıkışmalarının tedavisi
  • Boyun, sırt, bel ve diğer bölgelerde bulunan kas ve iskelet sisteminde var olan kas spazmlarının ve diğer problemlerin manuel terapi ile acısız ve etkili bir şekilde giderilmesi
Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uygulamaları Nelerdir?
Seanslar hâlinde uygulanan fizik tedavi ve rehabilitasyon uygulamalarının süresi, hastanın mevcut durumuna göre farklılık gösterir. Tüm FTR uygulamaları modern tıp bilimi dahilinde, uzman hekimler ve fizyoterapistler tarafından yapılır. Sıklıkla kullanılan fizik tedavi yöntemleri aşağıda sıralanmıştır.
 
Egzersiz: Vücudun diğer bölgelerine göre kas ve dokuların zayıf olduğu alanların fiziksel aktiviteyle kuvvetlendirildiği, hastaların kas ve iskelet sisteminin güçlendirildiği tedavi yöntemidir. Postür yani duruş bozukluğundan kaynaklı ağrıların giderilmesi için kullanılır. Ayrıca lenfatik akımı artıcı solunum egzersizi de uygulanır.
Elektroterapi: Alçak ve yüksek elektrik akımı kullanılarak, ağrı ve kas güçsüzlüğünü ortadan kaldırmak için yapılan tedavi şeklidir. İlgili bölgeye farklı frekanslarda elektrik akımı uygulanarak ödem azaltılır, kan dolaşımı artırılır ve vücut fonksiyonları iyileştirilir.
Fototerapi: Lazer ve UV ışınlarının doğru bölgelere uygulanması ile yapılan tedavi türüdür.
Hidroterapi: Su ile yapılan tedavi yönteminde hastalara sıcak su küveti, kontrast banyo, deniz suyu ile tedavisi, kaplıca ve girdap banyosu uygulanır.
Manuel Terapi: Herhangi bir ilaç, cihaz ya da alet olmadan elle yapılan bir fizik tedavi yöntemidir. Vücudun farklı bölgelerinde oluşan kas spazmı, gerginlik ve ağrı gibi sorunların ortadan kaldırılması için uygulanan bu terapi türünde kısa sürede iyileşme sağlanır.
Mekanoterapi: Farklı aletler kullanılarak bel ve boyun çekme hareketlerinin yanı sıra kompres uygulamaları ve manipülasyonların uygulandığı fizik tedavi yöntemidir.
Termoterapi: Problemli bölgeye yüzeysel ya da derin ısı uygulamaları olarak tanımlanan bu yöntemde, sıcak paketler, yüksek frekanslı elektrik akımları diğer bir deyişle mikro dalga kullanımı, yüksek frekanslı ses yani ultrason tedavisi, kızılötesi ışın, güneş ışınları ve parafin banyosu ile yapılan tedavi türüdür.
Kriyoterapi: Ağrılı bölgeye uygulanan soğuk su paketi, buz torbası, sprey, sıvı nitrojen ve soğuk kompresler ile yapılan fizik tedavi türüdür. Halk arasında dondurma olarak bilinen bu yöntemle, akut olarak gelişen rahatsızlıklar, hücresel aktiviteyi hızlandırmak, operasyon sonrası konnektif doku olarak tanımlanan bağ dokusunu iyileştirmek ve kan dolaşımını artırmak için uygulanır.
 
Fizik Tedavi Uzmanı ve Fizyoterapist Kimdir?
FTR olarak kısaltılan fizik tedavi ve rehabilitasyon bölümü hekimleri 6 yıl tıp fakültesi eğitiminin ardından, 4 yıl fiziksel tıp ve rehabilitasyon eğitimi alarak uzmanlaşırlar. FTR uzmanları, özel muayene odalarında, fizyoterapi ve egzersiz salonlarında, yüksek teknolojili cihazlarla, poliklinik, servis ve yoğun bakım hastalarının tedavisi ile ilgilenirler. Kas ve iskelet sistemi ile ilgili pek çok hastalığın tanı ve tedavisinin yanı sıra, diğer tıp bölümleri ile multidisipliner olarak çalışarak, bu bölümlerin hastalarının da tedavisinde rol oynar. Eklem hareketlerinde ağrı, kısıtlılık, kas gücü kaybı, denge, duruş ve yürüme bozuklukları gibi rahatsızlıkları bulunun hastaların, rutin hayatlarına dönmelerini sağlar. Fizyoterapist ise, üniversitelerin fizik tedavi ve rehabilitasyon bölümünde 4 yıllık lisans eğitimi alan kişilerdir. Hastalık, yaralanma ve ileri yaşa bağlı olarak gelişen fiziksel kısıtlılıkların iyileştirilmesi için fizik tedavi uzmanı tarafınca düzenlenen tedavi programını uygulayan, sertifikalı sağlık uzmanlarıdır.
 
Sağlıklı ve kaliteli bir yaşam için düzenli olarak kontrollerinizi yaptırmayı ihmal etmeyin.
Gastroenteroloji bölümünde, yemek borusundan başlayarak mide, bağırsaklar, karaciğer, pankreas ve safra kesesini kapsayan hastalıkların tanı ve tedavisi yapılmaktadır. Sindirim sistemine ilişkin organların hastalıklarının tıbbi tedavisinin yanı sıra endoskopik uygulamaların da yapıldığı gastroenteroloji birimlerinde hastalıklara ilişkin tanıların koyulması amacıyla safra yolları, pankreas, mide, ince ve kalın bağırsakların görüntüleme işlemleri de sıklıkla uygulanmaktadır. Gastrointestinal sistem organlarına ilişkin kanser ve benzeri hastalıklarda özellikle karaciğer için sıklıkla uygulanan biyopsi işlemleri de gastroenteroloji birimlerinde cerrahi dal uzmanları ile birlikte yürütülmektedir. İleri uzmanlık gerektiren Gastroenteroloji birimlerinde görev alan uzman hekimler ise 6 yıl süren tıp eğitiminin ardından 5 yıl boyunca iç hastalıkları uzmanlık eğitimi, en az 3 yıl süren gastrointestinal sistem hastalıkları, bu hastalıklara yönelik endoskopik teşhis ve tedaviler alanında yüksek ihtisas yaparak bu unvanı alırlar.
 
Hastanelerimizde endoskopik inceleme ve işlemler için hasta konforunu ön planda tutan, hekim ve sağlık personelinin rahat çalışabileceği ideal koşullarda hazırlanmış endoskopi üniteleri bulunmaktadır. Bu üniteler en son teknolojiye sahip tıbbi ekipmanlar kullanılarak oluşturulmuş olup bakımları ve hijyenleri tam olarak sağlanmaktadır. Endoskopi uygulamalarında gerekli görülen durumlarda anestezi uygulamaları da yapılabilir. Bunun için anesteziye yönelik ekipmanlar ve anestezi uzmanları da Gastroenteroloji birimlerimizde yer almaktadır.
 
Gastroenteroloji bölümünde akut ve kronik tüm gastrointestinal sistem hastalıklarına yönelik tedavi işlemleri uygulanmaktadır. Sindirim sistemi kanamalarını acil olarak durdurma tedavisi, sklerozan tedavi, varis kanamaları tedavisi, gastroskopi, kolonoskopi, ERCP yöntemiyle kronik pankreatit tedavisi, safra yolu taşları ve darlıkları tedavisi, safra yollarından taş alma, tıpta polipektomi adı verilen mide ve bağırsak poliplerinin çıkartılması, gastrik ülser tedavisi, gastroözofageal reflü hastalığının tedavisi, Crohn hastalığı ve ülseratif kolit hastalığı gibi kronik bağırsak hastalıklarının tedavisi, safra yolları ve yemek borusuna ilişkin darlık sorununun bulunduğu hastalarda  stent yerleştirme gibi uygulamalar uzman ekipler tarafından titizlikle yapılmaktadır.
 
Gastroenteroloji bölümü kapsamında hem hastalıkların teşhisi hem de tedavi amacıyla uygulanan başlıca işlemler şunlardır:
 
Endoskopi
Tıpta pek çok alanda başarıyla uygulanan endoskopi işleminin en yaygın olarak kullanıldığı birimlerden bir tanesi gastroenteroloji klinikleridir. Endoskopi başta mide olmak üzere, çeşitli organların iç kısımlarının gelişmiş optik cihazlarla görüntülenerek incelenmesi işlemidir. Bu işlem ucunda ortamın net bir şekilde görülebilmesini sağlayan bir ışık bulunan endoskop adlı cihaz yardımıyla gerçekleştirilir. Bu cihaz kullanılarak yemek borusu, mide, on iki parmak bağırsağı, ince ve kalın bağırsaklar net bir şekilde görüntülerek gastrointestinal sistem hastalıklarına ilişkin kesin tanıların koyulabilmesi mümkündür. Aynı zamanda endoskopi sırasında görülen hastalıklı dokulara ilişkin örnek (biyopsi) alınarak bunların patolojik incelemeye gönderilmesi de mümkündür. İşlem sırasında görülen tümör ve poliplerden parça alınarak iyi veya kötü huylu olduğunu araştırmak veya özellikle midede gastrit ve ülserlere neden olan Helicobacter Pylori adlı bakterinin varlığını araştırmak amacıyla örnekler alınabilir. Endoskop yardımıyla yapılan görüntüleme işlemlerinin tamamı endoskopi olarak adlandırılmakla birlikte gastroenteroloji birimlerinde endoskopinin alt dalları olan gastroskopi ve kolonoskopi gibi farklı türleri mevcuttur. İncelenecek organa göre endoskopi uygulamasının ismi değişmekle birlikte bölgeye göre endoskop ve kullanılan diğer aygıtların boyutları ve türleri de değişkenlik gösterir.
 
Endoskopi İşlemi Kimlere Uygulanır?
  • Mide ağrısı şikayeti ile iç hastalıkları ve diğer kliniklere başvuran kişilerde,
  • Midede ekşime, ağza asitli sıvı gelmesi, göğüste yanma, mide bulantısı ve inatçı kusma, ateş, yorgunluk gibi şikayetle başvuran hastalarda,
  • Yutma güçlüğü (disfaji) ve yutkunurken takılma hissi şikayeti ile başvuran hastalarda,
  • Sebebi bulunamayan aşırı kilo kaybı yaşayanlarda,
  • Yeterli ve dengeli beslenmesine karşılık kansızlık (anemi) sorunu yaşayan kişilerde,
  • Kahverengi ve yakanlı kusma, kanlı ishal ve siyah renkli dışkı şikayeti olan bireylerde,
  • Önceden gastrointestinal sisteme ilişkin cerrahi operasyon geçirmiş ve kontrolden geçmesi gereken hastalarda,
  • Uzun süren inatçı ve tedaviye yanıtsız kalan kabızlık öykülerinde,
  • Ultrasonografi ve tomografi gibi görüntüleme işlemlerinde şüpheli lezyonlara rastlanılması durumunda bu lezyonlardan biyopsi alınması gereken hastalarda,
  • Ağız yolu ile beslenemeyen ve perkutan endoskopik gastrostomi (PEG) ve perkutan endoskopik jejunostomi (PEJ) gibi uygulamalar ile hortumla beslenen hastaların kateter yerleştirme ve kontrol işlemlerinde endoskopi uygulamalarından yararlanılır.
Kolonoskopi
Endoskopinin bir alt dalı olan kolonoskopi, gastroenteroloji kliniklerinde en sık yapılan endoskopik uygulamalardan bir tanesidir. Bu işlem, ucunda kamera olan ince ve bükülebilir bir cihaz ile tüm kalın bağırsağın ve ince bağırsağın kalın bağırsağa komşu kısmının görüntülenmesi işlemidir. Kalın bağırsak kanserinin tanısında en güvenilir yöntem olarak tanımlanmaktadır. Aynı zamanda bu yöntem ile ince bağırsağın sonundan kalın bağırsak, rektum ve anüse kadar olan bölgeye ilişkin hastalıkların tanı ve tedavi işlemleri gerçekleştirilebilir. Tanı amaçlı yapılan kolonoskopik görüntüleme işlemlerinde inflamasyonlu bölge, ülser, polip veya benzer şüpheli lezyonlara rastlanması durumunda bölgeden biyopsi alınarak elde edilen örnek inceleme için patoloji laboratuvarlarına gönderilebilmektedir. Aynı zamanda yaygın olarak rastlanan kalın bağırsak polipleri gerekli görüldüğü durumlarda kolonospoki sırasında çıkarılabilmektedir. Herhangi bir şikayeti olmasa da özellikle 50 yaş ve üzerindeki bireylerin kontrol amaçlı olarak kolonoskopi işleminden geçirilmesi Sağlık Bakanlığı ve Dünya Sağlık Örgütü tarafından önerilmektedir. 
 
Kolonoskopi İşlemi Kimlere Uygulanır?
  • Dışkının siyah renkli olması, rektal kanama ve dışkıda kan görülmesi durumlarında
  • Nedeni bulunamayan karın ağrıları, ishal ve kabızlıklarda,
  • Bağırsak poliplerinin tanı ve tedavi işlemlerinde,
  • Ailesinde bağırsak kanseri öyküsünün bulunduğu hastaların kontrollerinde,
  • Nedeni bulunamayan kansızlık vakalarında,
  • Gaita testi sonucunda dışkıda kan tespit edilen hastalarda,
  • Bağırsak kanseri bulunan hastaların teşhis, tedavi ve cerrahi operasyon aşamalarında,
  • Açıklanamayan kilo kayıplarının nedeninin araştırılmasında,
  • Hemoroid (basur) hastalarının tanı ve tedavilerinde,
  • Bağırsağa ilişkin yapılan görüntüleme işlemleri sonucunda şüpheli lezyonlara rastlanılan hastalarda,
  • Dışkı yapısının uzun süre boyunca normalin dışında olduğu hastalarda,
  • Ülseratif kolit, Crohn hastalığı gibi kronik bağırsak hastalıkları bulunan kişilerin kontrol ve cerrahi tedavi girişimlerinde,
Özellikle ileri yaştaki hastaların rutin kontrollerinde hem tanı hem de gerekli görüldüğü durumlarda tedavi aşamalarında kolonoskopi uygulamasından yararlanılır.
Hem kolonoskopi, hem de diğer endoskopik incelemelerin öncesinde ve sonrasında dikkat edilmesi gereken hususlar bulunmaktadır. İşlem öncesinde belirli bir süre boyunca hastanın aç ve susuz kalması gerekir. İşlem sırasında anestezi uygulanmayan kişilerde endoskopun yarattığı baskı ve sindirim kanalındaki kıvrımlı yapılanmalar nedeniyle bir miktar ağrı hissedilmesi normaldir. Endoskopi işlemi bittikten sonra yine belirli süreler boyunca işlemin uygulandığı bölgede ağrı, rahatsızlık, kanama gibi sorunların ortaya çıkması normaldir. Bu konularda hekimin vereceği öneriler göz önünde bulundurulmalı, herhangi bir olumsuzluğun ortaya çıkması durumunda derhal bir sağlık kuruluşuna başvurulmalıdır.
 
Eğer siz de gastroenteroloji biriminin uzmanlık alanına giren herhangi bir sindirim sistemi hastalığına sahipseniz veya gastrointestinal sistem hastalıklarını işaret eden semptomlar yaşıyorsanız bir sağlık kuruluşuna başvurarak detaylı şekilde muayeneden geçebilir, doktorunuzun önerdiği tanı testlerini yaptırabilirsiniz. Muayene sonrasında hekiminizin kolonoskopi, gastroskopi gibi endoskopi tekniklerinden herhangi birini veya birkaçını önermesi durumunda bu işlemleri yaptırarak hem kontrolden geçebilir, hem de olası hastalıklarınızın teşhis edilmesini sağlayabilirsiniz. Aynı zamanda 50 yaşın üzerinde ve özellikle de yakın zamanda gastroenteroloji muayenesinden geçmediyseniz kontrol amacıyla mutlaka gastroenteroloji kliniklerine başvurarak hekiminize danışınız.
  • Kanser Cerrahisi,
  • Meme Kanseri Cerrahisi,
  • Kalın Bağırsak ve Rektum Kanseri,
  • Anal Bölge Hastalıkları (Hemoroid, Fissür, Fistüller)
  • Mide ve Yutak Kanseri Tedavisi,
  • Karaciğer Safra Yolları ve Pankreas Cerrahisi (Laparoskopik Robotik)
  • Safra Kesesi Taşı,
  • Safra Yolları Taş ve Tümörü,Safra Kesesi İltihabı (Kolesistit),
  • Pankreas Kanseri,
  • Pankreatit
  • Karaciğerin Metastatik Kanserleri,
  • Karaciğer Kistleri,
  • Robotik Cerrahi ve İleri Düzey Laparoskopik Cerrahi,
  • Yumuşak Doku Tümörleri ve Sarkomları Cerrahisi,
  • Fıtık Cerrahisi, Karın Duvarı Onarımları (Laparoskopik ve Robotik)
  • Tiroid,
  • Böbrek Üstü Bezi Cerrahisi (Laparoskopik ve Robotik),
  • Karın İçi Isıtılmış Kemoterapi Uygulamaları
Göğüs Cerrahisi
 
Göğüs cerrahisi, göğüs boşluğunda yerleşen kalp ve ana damarlar hariç diğer organ ve bölgelere (göğüs duvarı, kaburgalar, akciğerler, akciğer zarları, mediyasten, diyafragma, yemek borusu) ait hastalıkların travmaları ve cerrahi tedavileri ile ilgilenen tıbbi bilim dalıdır. Göğüs kafesinde bulunan doğumsal deformasyonlar, tümör oluşumları, solunum yollarında meydana gelen darlık ve tıkanmalar, tümörler ile akciğerler, diyafram ve yemek borusuna ait doğumsal veya sonradan gelişmiş cerrahi alanına giren hastalıklar, göğüs cerrahisi kliniklerince teşhis, tedavi ve takip edilir. Meme cerrahisi farklı bir branşın dalında olup göğüs cerrahisi kliniklerinin uzmanlık alanına girmez.
 
Hastanelerimizde; onkoloji, göğüs hastalıkları ve cerrahisi uzmanları ile radyoloji uzmanlarından oluşan kadromuz ve son teknoloji cihazlarla, yenidoğandan erişkine, göğüs ve akciğer hastalıklarının cerrahi tedavilerini gerçekleştiriyoruz.
 
 
KANSER CERRAHİSİ
Göğüs boşluğu içerisinde yer alan kalp ve büyük damarlar haricindeki tüm organlara ilişkin kanser hastalıkları, göğüs cerrahisi birimlerinin ilgilendiği vakalardır. Bu organlarda oluşan kanserlerde kemoterapi ve radyoterapi uygulamalarına ek olarak çoğu durumda cerrahi girişimlerden de yararlanılması gerekir. Uygulanan cerrahi işlemler genellikle kötü huylu tümörlerin ve çevresinde yer alan bir miktar sağlıklı dokunun operasyonla çıkarılması, ilaç tedavileri ile desteklenmesi şeklinde seyreder. Kanser vakalarında uygulanan cerrahi operasyonlar özellikle çevrede bulunan farklı doku ve organlara metastaz yapmamış olgularda çok büyük bir oranda iyileşme sağlar.
 
AMFİZEM CERRAHİSİ
Yaygın olarak sigara kullanan ve sürekli olarak sigara dumanına maruz kalan kişilerde görülen amfizem, akciğerlerde solunumdan sorumlu en küçük birimler olan alveollerin yapısal anlamda bozulmaları sonucunda gelişen bir sağlık sorunudur. Tedavide mevcut durumun iyileştirilmesinin yanı sıra ilerlemeyi önleyici yaşam tarzı değişikliklerinin de uygulanması esastır. Cerrahi tedavide hastalıklı bölgenin rezeksiyonu (çıkarılması), video destekli torakoskopik cerrahi uygulaması (VATS), median sternotomi gibi göğüs cerrahisine ilişkin tekniklerden uygun olanları gerçekleştirilir. Girişimler hastalığın boyutu ve hastanın durumuna göre tek akciğerde ya da her iki akciğer üzerinde uygulanabilir.
 
TÜBERKÜLOZ CERRAHİSİ
Halk arasında verem olarak da bilinen tüberküloz hastalığı, akciğerlere ilişkin bir bakteriyel enfeksiyon hastalığıdır. Özellikle hastalığın ilerlemiş olduğu durumlarda uzun süreli tedavi gerektiren tüberkülozda antibakteriyel tedavinin yanı sıra bazı durumlarda cerrahi girişimlere de ihtiyaç duyulur. Özellikle tedavide belirli bir başarı oranının yakalanmış olduğu hastalarda cerrahi tedaviye geçilerek akciğerin yüzey tabakasının çıkarılması şeklinde uygulanan dekortikasyon işlemi, wedge rezeksiyonu, tek veya çift taraflı lobektomi ve segmentektomi gibi uygulamalardan uygun olanı tercih edilerek alanında uzman göğüs cerrahları tarafından işlemler gerçekleştirilir.
 
MİNİMAL İNVAZİV GÖĞÜS CERRAHİSİ
Modern tıbbın sağlamış olduğu imkanlar yardımıyla geliştirilen yeni tekniklerle uygulanan göğüs cerrahisi uygulamaları, minimal invaziv göğüs cerrahisi olarak adlandırılır. Robotik cerrahi ve video yardımlı torakoskopik cerrahi uygulamaları, bu şekilde gerçekleştirilen başarı oranını yükseltip iyileşme süresini kısaltan yenilikçi uygulamalardır. Minimal invaziv cerrahi teknikleri yardımıyla günümüzde akciğer kanserlerinin birçoğu, timuz bezine ilişkin tümör oluşumları ve myasthenia gravis hastalığı gibi göğüs cerrahisinin alanına giren pek çok hastalığın cerrahi tedavisi başarılı bir şekilde gerçekleştirilmektedir.
 
TRAVMA CERRAHİSİ
Göğüs cerrahisinin ilgilendiği organ ve dokulara ilişkin kazalar, kesici ve delici aletlerle yaralanmalar, akciğerler ve solunum yollarına yabancı cisim kaçması ve aşırı basınca maruz kalma gibi faktörlere bağlı olarak ortaya çıkan travmaların tedavisi, göğüs cerrahisi klinikleri uzmanları tarafından uygulanacak cerrahi operasyonlar ile gerçekleştirilir. Aynı zamanda psödokistler ve hematomların tedavileri de bu alana girer.
 
GÖĞÜS BOŞLUĞUNDA SIVI TOPLANMASI
Öksürme ve soluk alıp verme sırasında göğüste ağrı, nefes darlığı gibi belirtilerle kendini gösteren göğüs boşluğunda sıvı toplanması, kaburga kemikleri ile kaslar arasında kalan bölgede sıvının çeşitli nedenlere bağlı olarak birikmesi nedeniyle gelişir. Akciğerlerde bulunan bazı hastalıklar, siroz, böbrek ve karaciğer hastalıkları ve organ yetmezlikleri bu soruna neden olabilecek faktörlerden birkaçıdır. Biriken sıvı cerrahi girişimler yardımıyla boşaltılabilir. Fakat tedavide asıl amaç sıvının birikimine neden olan etkenin tespit edilerek bunun ortadan kaldırılmasına yönelik yapılacak işlemleri içerir.
 
AKCİĞER DELİNMESİ (PNÖMOTORAKS)
Doğrudan akciğerlerde, akciğerin komşuluğunda bulunan organlarda veya kaburga kemiklerinde meydana gelen travmalar sonucunda akciğer yüzeyinin delinmesine yol açması nedeniyle gelişen bir sağlık sorunudur. Pnömotoraks ve akciğer kollapsı olarak da adlandırılan bu durumda delinmenin gerçekleştiği bölgede hava ve sıvı birikmesi de gerçekleşebilir. Akciğerlerin olması gerektiği gibi esneyerek genişlemesi mümkün olamadığından soluk alıp verme sırasında şiddetli ağrı meydana gelebilir. Tedavisi göğüs cerrahisi birimlerinde yapılacak cerrahi operasyon ile gerçekleştirilir.
 
AKCİĞERDE HACİM AZALTICI CERRAHİ (VOLUME REDUCTİON SURGERY)
Akciğer hastalıklarının tedavisinde kullanılan cerrahi tekniklerden bir tanesi de hacim azaltıcı cerrahi uygulamalardır. Bu tedavi yöntemi ile hastalıklı bölge akciğerden çıkarılarak sağlıklı kısmın genişletilmesi ile sağlıklı bir akciğer elde edilmesi hedeflenir. Operasyon göğüs cerrahisi kliniklerinde yenilikçi teknikler kullanılarak gerçekleştirilir.
 
MEDİYASTİNOSKOPİ, MEDİYASTİNOTOMİ
Akciğerlerin iç ve orta kısımlarına ulaşmak için kullanılan mediyastinoskopi ve mediyastinotomi teknikleri, göğüs hastalıklarında sıklıkla kullanılan tekniklerdir. Endoskopi yardımıyla kapalı operasyon şeklinde uygulanması durumunda işlem mediyastinoskopi, açık cerrahi operasyon şeklinde uygulanması durumunda ise mediyastinotomi olarak adlandırılır. Genellikle akciğer kanserine ilişkin tümörlerin tanı ve tedavisinde kullanılır.
 
BRONKOSKOPİ
Bükülmeyen bir tüp ve ışıklı endoskop yardımıyla solunum yolları ve bronşların görüntülenmesini sağlayan endoskopi işlemi, bronkoskopi olarak adlandırılır. Bölgede bulunan hastalıkların tanısı veya tedavisi için uygulanan işlemde gerekli görüldüğü durumlarda biyopsi alınması da mümkün olabilmektedir.
 
ÖZOFAGOSKOPİ
Göğüs cerrahisinde kullanılan endoskopinin bir diğer alt dalı ise özofagoskopidir. Halk arasında yemek borusu olarak da bilinen özofagusa ilişkin hastalıkların araştırılması, yemek borusunun boyutu ve genişliğinin belirlenmesi, gerekli görüldüğünde şüpheli lezyonlara ilişkin biyopsilerin alınması ve girişimsel radyoloji teknikleri ile bazı hastalıkların tedavi edilmesi amacıyla uygulanabilmektedir.
 
GÖĞÜS DUVARI DEFORMİTE ONARIMLARI (NUSS TEKNİĞİ)
Göğüs duvarında bulunan doğumsal veya sonradan gelişimli deformasyonların tedavisinde uygulanan Nuss tekniği, göğüs kafesinde yer alan çukurlukların özel bir teknik yardımıyla onarılmasını sağlar. Basit ve etkili bir tedavi yöntemi olan bu teknik sayesinde hastalarda önemli komplikasyonların gelişimine yol açan deformiteler 20 dakika gibi kısa bir süre içerisinde çok küçük boyutlu kesiler açılarak tedavi imkanı sunar.
 
VİDEO YARDIMLI TOROKOSKOPİ (VATS; ENDOSKOPİK, KAPALI GÖĞÜS CERRAHİSİ)
​​​​​​​Göğüs cerrahisi alanında kullanılan modern ve yenilikçi yöntemlerden bir tanesi olan video yardımlı torakoskopi (VATS), göğüs hastalıklarına ilişkin birçok ciddi hastalığın kapalı ameliyat teknikleri ile daha az kesi ve daha kısa bir iyileşme süreci gerektirecek şekilde yapılabilmesine olanak sağlayan bir yöntemdir. Bu teknikle yapılan operasyonlarda 1,5-2 cm gibi küçük kesiler içerisinden özel metal aletler kullanılarak göğüs boşluğuna girilir ve hastalığın tedavisine yönelik gerekli işlemler gerçekleştirilir.
 
DİAFRAGMA CERRAHİSİ
​​​​​​​Diyaframa ilişkin yırtılma, felç, tümör gibi hastalıkların tedavisi için gereken cerrahi işlemler, diafragma cerrahisi olarak adlandırılır. Bunların arasında diyaframın gerdirilmesi ile gevşekliklerin ortadan kaldırılması, yapısal bozuklukların ve yırtıklıkların onarımı, tümörlerin çıkarılması gibi işlemler yer alır.
 
TRAKEA CERRAHİSİ VE TRAKEAL STENTLER
​​​​​​​Halk arasında soluk borusu veya nefes borusu olarak da bilinen trakea üzerinde gerçekleştirilen her türlü cerrahi girişim, trakea cerrahisi olarak adlandırılmaktadır. Solunum yolunun açılması için soluk borusuna delik açılması işlemi ve soluk borusunda oluşan darlıkların tedavi edilebilmesi amacıyla stentlerin yerleştirilmesi gibi işlemler soluk borusu üzerinde uygulanan en yaygın cerrahi operasyonlardır. Hassasiyet gerektiren bu operasyonlar alanında uzman göğüs cerrahları tarafından gerçekleştirilir.
 
Siz de göğüs cerrahisi biriminin uzmanlık alanına giren herhangi bir hastalığa sahipseniz veya bir cerrahi operasyon geçirmeniz gerekiyorsa, son teknoloji ekipmanlar ve uzman hekimlere sahip bir sağlık kuruluşuna başvurarak gerekli muayene ve tetkikleri yaptırabilirsiniz. Hekiminiz tarafından önerilecek ilkeler doğrultusunda tedavi ve operasyon sürecinizi planlayabilirsiniz.
Göğüs hastalıkları bölümü, akciğer ve solunum sisteminde oluşan hastalıkların tanı ve tedavisi ile ilgilenen ana bilim dalıdır. Astım, alerjik hastalıklar, bronşit, kronik obstrüktif akciğer hastalığı, zatürre, tüberküloz, akciğer embolisi, kronik öksürük, akciğer kanseri, uyku sırasında oluşan solunum bozuklukları, sigara bağımlılığına bağlı olarak gelişen hastalıklar gibi pek çok rahatsızlık ile ilgilenen bölüm hekimleri, multidisipliner yaklaşım ile çalışarak, tedavi düzenler. Tanı ve tedavi için gerekli olduğunda, ileri radyolojik görüntüleme tetkikleri, laboratuvar testleri, solunum fonksiyon laboratuvarında yapılan zorlu vital kapasite testi, difüzyon testi gibi pek çok farklı teknik kullanılır. Göğüs hastalıkları ile ilgili hastalıkların tanı ve tedavisini yapan uzman hekimler, sigara bağımlılığı, sigaraya bağlı hastalıklar ve sigara bırakma yöntemleri hakkında da hastalarına yardımcı olur. Gelişen teknoloji ve tıp bilimi ışığında, akciğer hastalıklarına ait tanı, tedavi ve takibini yapan göğüs hastalıkları bölümü hekimleri, 6 yıllık tıp fakültesi eğitiminin ardından 4 yıl da göğüs hastalıkları bölümü için uzmanlık eğitimi alır. Göğüs hastalıkları uzmanları, alerjik etkenlere bağlı olarak gelişen rahatsızlıklar, akciğer kanseri ve uykuda gelişen solunum problemleri gibi pek çok hastalığın tanı ve tedavisinde multidisipliner yaklaşım sergileyerek, hastalıkların tanı ve tedavisini yapar. Ayrıca bölüm hekimleri, yapılan testlere ilişkin rapor düzenler ve gerektiğinde hasta ve hasta yakınlarına taburculuk sonrasında yapılması gerekenler ile ilgili olarak bilgi ve eğitim verir.
 
Göğüs Hastalıkları Bölümünde Hangi Hastalıkların Tanı ve Tedavisi Yapılır?
Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, solunuma ve akciğere bağlı olarak gelişen hastalıkların tanı ve tedavisi ile ilgilenir. Hastalar, bölümün uzman hekimleri tarafından gerektiğinde ayaktan takip ile ya da yatarak tedavi edilir. Göğüs hastalıkları arasında yer alan solunum sistemi sorunlarının tanısı için, laboratuvar ve radyolojik tetkiklerden yararlanan hekimler, bölüm laboratuvarları arasında yer alan solunum fonksiyon laboratuvarında, ağız içi basınç ölçümleri, akciğer volüm testleri, difüzyon testi, reversibilite testi, yavaş vital kapasite testi ve zorlu vital kapasite testi gibi pek çok tanı amaçlı girişimlerde bulunur. Alerjik nedenlerden oluşan rahatsızlıklarda cilt testi uygulaması gibi yöntemler için diğer bölüm hekimleri ile koordineli olarak çalışır. Solunuma bağlı olarak gelişen uyku bozukluklarının tanı ve tedavisi için uyku laboratuvarı ve ayrıca ileri görüntüleme hizmetlerinin verildiği bronkoskopi ünitesinde de göğüs hastalıkları uzman hekimleri, hastalıkların tanı ve tedavisi ile ilgilenir.
 
Göğüs Hastalıkları Nelerdir?
Branş dahilinde yer alan tüm akciğer hastalıklarının tetkik, takip ve tedavisi, göğüs hastalıkları bölümü hekimlerince yapılır. Kişiyi günlük aktiviteleri yapmaktan alıkoyan, yaşam kalitesini düşüren, rahatsızlık veren, solunum sisteminde ve akciğerde oluşan pek çok hastalık bulunur. Öksürük, göğüs, sırt ve omuzda oluşan ağrılar, hırıltılı solunum, balgam, horlama, öksürük ile birlikte görülen kan, hâlsizlik, sadece geceleri görülen terlemeler, ateş, iştahsızlık ve kilo kaybı gibi pek çok şikayete yol açan hastalıklar, göğüs hastalıkları bölümü tarafınca takip ve tedavi edilir. Bu hastalıklardan bazıları şöyledir:
 
  • Akciğer embolisi
  • Akciğer kanseri
  • Alerjik akciğer hastalıkları
  • Kronik öksürük
  • Obstrüktif akciğer hastalıkları olarak bilinen astım, bronşektazi ve KOAH
  • Halk arasında akciğer zarında sıvı birikmesi olarak bilinen plörezi
  • Pnomotoraks ya da diğer bir deyişle akciğerin sönmesi
  • Pnömoni olarak tanımlanan zatürre
  • Sebebi henüz bilinmeyen, akciğer tutulumuna neden olan ve tedavi edilebilen bir tür hastalık olan; sarkoidoz
  • Sigara bağımlılığı, bırakma yöntemleri ve sigaraya bağlı olarak gelişen hastalıklar
Hastalık özelinde, hekim öncelikle hastanın kapsamlı öyküsünü dinler. Fizik muayenenin ardından gerekli gördüğünde radyolojik görüntüleme yöntemlerine ve laboratuvar testlerine başvurulabilir. Aynı şekilde hastanın durumuna, öyküsüne ve muayenesine bağlı olarak solunum fonksiyon laboratuvarında ek testler yapılabilir. Göğüs hastalıkları uzmanı, hastalığın tanısını koyduktan sonra uygun tedavi yöntemini belirler ve hastanın mevcut durumuna bağlı olarak ayaktan takip ya da yatarak tedavi eder.
 
Solunum Fonksiyon Testleri Nelerdir?
Yavaş Vital Kapasite Testi: Spirometre cihazı ile akciğer kapasitesinin belirlenmesinde kullanılan bir test yöntemidir. Bu test sırasında hasta, ağız ve burnunu kapatacak şekilde takılan maskenin içinde derin nefes alır ve ardından bırakır. İnspirasyon olarak bilinen nefes alma işlemi sonrasında yavaş bir ekspiryum, yani nefes verme işlemi yapılması sonucu, cihaz dışarı atılan gaz miktarını ölçümler. Sakin bir solunum sırasında akciğerlere giren ve çıkan hava miktarı belirlenir.
Zorlu Vital Kapasite Testi: Derin bir nefes alma işleminden sonra hızlı ve güçlü bir şekilde nefesin verilmesiyle ölçülen hava hacmidir. Sağlıklı kişiler, akciğer kapasitelerinde bulunan havanın %80’ini 6 saniye ve daha kısa bir sürede boşaltır. Bazı hastalıklara bağlı olarak bu süre çok daha fazla uzayabilir. Spirometre cihazı ile yapılan bu test aracılığıyla akciğerlerde ve solunum sisteminde var olan obstrüksiyon, yani tıkanma ya da solunuma engel olan durum hakkında bilgi sahibi olunur.
Difüzyon Testi: Akciğerlere alınan ve verilen hava miktarı ile akciğer yüzey alanının belirlendiği bu testte, hastaya helyum içerikli bir gaz karışımı maske aracılığıyla verilir. Hastanın bu gazı içine çektikten sonra 10 saniye süreyle içinde tutması istenir. Sürenin sonunda havanın dışarı verilmesi istenir. Böylece akciğerlere alınan ve verilen gaz miktarı, cihaz tarafından karşılaştırılır ve kaybolan gaz miktarı hesaplanır.
Reversibilite Testi: Bronkodilatasyon testi olarak da bilinen bu test öncesinde, hastanın düzenli olarak kullandığı ilaçlar hekim tarafından sorgulanır. Hastanın cihaza bağlı maske içinde normal bir şekilde nefes alıp vermesi istenir. Daha sonra nefes açıcı etkili bir fısfıs yapılır ve test aynı şekilde tekrar edilir. Solunumu tıkayıcı ya da solunum kapasitesini düşüren etkenler gözlenir.
Solunum ile ilgili şikayeti olan hastalara öykü ve muayene sonrasında ilk olarak uygulanan solunum fonksiyon testleri, fonksiyon bozukluklarını ve bu bozuklukların derecesini saptamada kullanılır. Pek çok farklı solunum fonksiyon testi yöntemi, ayırıcı tanı ve hastalığın seyrinin takibinde uygulanır.
 
Solunum Fonksiyon Testleri Kime Yapılır?
Solunum fonksiyon testleri, halk sağlığını ilgilendiren hava kirliliği ve sigara kullanımı gibi epidemiyolojik araştırmaların yanı sıra aşağıda belirtilen durumlarda da sıklıkla uygulanan bir yöntemdir:
 
  • Açıklanamayan nefes darlığı problemi varlığında
  • Nefes darlığına sebep olan durumun, kalbe mi yoksa akciğere mi bağlı olduğunun anlaşılması gerektiğinde
  • Yoğun bakım ünitesinde yatan hastaların takibinde
  • Hava yolunda var olan obstrüksiyonun saptanmasında
  • Egzersiz sırasında gelişen durumların belirlenmesinde
  • Tedaviye verilen yanıtın izlenmesinde
  • Ameliyat öncesi risk faktörlerinin değerlendirilmesinde
  • Nefes alıp vermeyi zorlaştıran hastalığın tanısının netleştirilmesinde
Bronkoskopi Ünitesi ve Uyku Laboratuvarı
Ucunda ışık kaynağı ve optik görüntüleme cihazı bulunan bronkoskopi cihazı ile solunum yolları detaylı ve direkt olarak incelenebilir. Bu ünitede yer alan bronkoskopi cihazı ile çoğunlukla kanlı balgam çıkaran, balgamında tümör hücresi bulunan, akciğer grafisi ya da tomografisinde anormallik bulunan, kanser şüphesi olan, nedeni henüz saptanamamış öksürük şikayeti olan ve nefes borusuna yabancı cisim kaçan hastaların görsel olarak incelenmesi yapılır. Uyku laboratuvarında ise horlama, uykuda nefesin kesilmesi ve uyku apnesi gibi şikayetlerin sebebi araştırılır. Hastaların bir gece süreyle, özel olarak hazırlamış uyku odasında uyuması ve bu süre zarfında, kamera ve bilgisayara bağlı elektrotlar aracılığıyla sürekli olarak hastaya ait verilerin kaydedilmesi sonucu elde edilen bilgiler ışığında hastanın değerlendirilmesi yapılır.
 
Sağlıklı yaşam için belirli aralıklarla kontrollerinizi yaptırmayı ihmal etmeyin.
Türkiye’de göz ameliyatları dünya standartlarında olması nedeniyle popülerdir, göz ameliyatları, katarakt tedavileri, lazer görme düzeltmeleri uluslararası medikal turizm alanında en değerli tedavilerdir. Türkiye’de medikal turizm dünya standartlarında aynı doğrultuda oftalmoloji merkezlerinde kullanılan yeni gelişmeler ve teknolojilere bağlı olarak büyümektedir.
 
Türkiye, katarakt tedavisi, GİL implantasyonu, LASEK, LASIK ve Vitrektomi ameliyatları için yüksek standartlara sahiptir ve hasta destek hizmetleri, Türkiye’de medikal turizm için uluslararası hastalar için tıbbi tedavide görme düzeltmesini önde gelen branşlardan biri haline getirmektedir.
 
 
Intravitreal Anti-Vegf Uygulaması
Anti-VEGF (Göz İçi İğne) Tedavisi
 
 
Argon Lazer Fotokoagülasyon Uygulamaları
 
Argon Lazer aynı zamanda retina yırtıklarının tedavisinde de kullanılır. Argon lazer uygulandığı bölgede bir yanık oluşturarak, retina sinir tabakasını altındaki pigment tabakasına yapıştırır ve böylece yırtığın çevresine sıvı sızıp retinanın yerinden ayrılması önlenir.
 
Optical Coherence Tomography (Oct) Uygulamalarılasik Tedavisi
 
Optik koherens tomografi (OCT), gözün arkasını kaplayan ışığa duyarlı doku olan retinanın kesit resimlerini çekmek üzere ışık dalgalarının kullanıldığı girişimsel olmayan bir görüntüleme tekniğidir.
OCT yoluyla retinanın her bir tabakası görülür ve tabakaların kalınlıkları haritalanıp ölçülür. Bu ölçümler, tanı konmasına yardımcı olmakta ve glokom, yaşa bağlı makula dejenerasyonu ve diyabetik göz hastalığı gibi retina hastalıkları için tedavi rehberliği sağlamaktadır.
 
Nerve Fiber Analyzer (Nfa) Uygulamaları
 
Sinir lifi analizi testi olarak da adlandırılan NFA testi, özellikle glokom hastalığının tedavi süreci için gerekli olan ölçümlerin elde edilmesinde tercih edilir. Bu test ile sinir liflerinin kalınlıkları ölçülür. Elde edilen bulgular OCT çekimleri ile birlikte değerlendirilebilir.
 
Vitreoretinal Cerrahi
 
Vitreoretinal cerrahi, gözün arka kısmında bulunan jel kıvamındaki maddenin (vitreus) alınması ve retinadaki problemlere cerrahi olarak müdahale edilmesine olanak sağlayan bir girişimdir. En sık endikasyonları arasında diyabetik retinopati, retina dekolmanı, vitreus kanamaları ve makula deliği sayılabilir.
 
 
Oküloplastik Cerrahi
 
Oküloplastik cerrahi (oftalmik plastik ve rekonstrüktif cerrahi), oftalmolojinin (göz sağlığı ve hastalıkları biliminin) bir alt dalıdır. Bu bilim dalı, göz kapağı, gözyaşı sistemi ve orbita hastalıklarının (gözü çevreleyen kemik ve yumuşak dokular) tanı, tedavisi ve protez göz uygulaması ile uğraşır.
Oküloplastik cerrah, bir göz hastalıkları uzmanıdır, aynı zamanda göz çevresindeki tüm dokuların hastalıkları ve tedavisi konusunda uzmandır. Genel göz hastalıkları eğitimine ek olarak oküloplastik cerrahi konusunda eğitim görmüştür.
 
Oküloplastik cerrahların ilgi alanına giren hastalıklar şu şekilde sıralanabilir:
  • Göz kapağı hastalıkları
  • Göz kapağı estetiği
  • Göz ve Botoks kullanımı
  • Gözyaşı kanalı tıkanıklıkları ve diğer hastalıkları
  • Guatra bağlı gelişen göz hastalığı ve pörtlek göz
  • Gözün kaybı sonrası protez göz uygulamaları
  • Orbita (Göz çukuru) hastalıkları
  • Göz kapağı hastalıkları
 
Fako Yöntemi
 
Katarakt tedavisinin en güncel olan ameliyat sistemi Fako cerrahisidir.Fako cihazı, saniyede 40 000 defa titreşen ses dalgaları yardımıyla kataraktı göz içerisinde eritir.Böylece katarakt temizlendikten sonra, katlanabilir ve akrilik maddeden üretilmiş mercek göz içerisine yerleştirilir.
 
Göz Kapağı Estetiği (Blefaroplasti)
 
Göz kapağı estetiği ya da blefaroplasti, alt ve üst göz kapaklarına uygulanan, sarkmış deri ve fazla kas dokusunun çıkarılması ve göz çevresi dokularının gerdirilmesine yönelik plastik cerrahi uzmanı tarafından yapılan cerrahi uygulamalar bütünüdür.
Yaşın ilerlemesi ile birlikte yer çekiminin de etkisiyle doğal olarak ciltte sarkmalar meydana gelmektedir. Bu sürece paralel olarak göz kapaklarında da torbalanma, ciltte bollaşma, renk değişikliği, gevşeme, kırışıklık gibi bulgular ortaya çıkar. Güneş ışınlarına maruz kalma, hava kirliliği, düzensiz uyku, aşırı sigara ve alkol kullanımı gibi etkenler cildin yaşlanma sürecini hızlandırmaktadır.
 
Orbita Cerrahisi
 
Oküloplasti ve orbita cerrahisi göz kapakları, gözyaşı yolları ve göz çukuru hastalıklarıyla ilgilenen bir uzmanlık alanıdır.
Göz torbalarının alınmasından protez göz yapımına, göz içi tümör ameliyatlarından botoksa, badem göz, şalazyon, plexr ve troid göz hastalığı gibi tüm göz çevresi hastalıklarının tedavisi ve estetik cerrahi uygulamaları oküloplasti ve orbita cerrahisi ile gerçekleştirilmektedir.
 
Hematoloji, kanda oluşan tüm hastalıkların tanı ve tedavisi ile ilgilenen bilim dalıdır. Hematolojide kan hastalıkları temel olarak iyi huylu veya kanser olmayan ve malign, yani kötü huylu olarak ikiye ayrılır. Trombotik trombositopenik purpura (TTP), immün trombositopenik purpura (iTP) ve Akdeniz anemisi gibi hastalıklar, iyi huylu hastalıklar arasında yer alırken lösemi türleri, malign hastalıklar çerçevesinde değerlendirilir. Dahiliye bölümünün yan dalı olan hematoloji, aynı zamanda kan oluşumunda rol oynayan organların hastalıklarıyla da ilgilenir. Dolayısıyla lenfatik organlar ve kemik iliği hastalıkları da hematologların uzmanlık alanında yer alır. Multidisipliner bir yaklaşımla pek çok hastalığın tanı ve tedavisini yapan bölüm hekimleri, 6 yıllık tıp fakültesi eğitimlerinin ardından 4 yıl iç hastalıkları (dahiliye) eğitimi ve 3 yıl hematoloji ihtisası olmak üzere toplam 13 yıl eğitim görür.
 
Hematoloji Nedir?
Hematoloji, kan hastalıklarının yanı sıra dalak ve kemik iliği gibi kan yapıcı organların hastalıkları ile de ilgilenen bilim dalıdır. Dahiliye bölümünün yan dalı olan hematoloji, temel olarak hastalıkları iyi huylu (kanser olmayan) ve kötü huylu olmak üzere iki grupta inceler. İyi huylu hastalıklara kansızlık, kemik iliği yetersizlikleri, orak hücreli anemi, Akdeniz anemisi (talasemi), multiple myeloma, kanama ve pıhtılaşma bozuklukları, trombositopeni ve lenf nodüllerinde şişme gibi rahatsızlıklar örnek gösterilebilir. Kötü huylu hastalıklar ise kan kanserleri veya lösemiler olarak sıralanabilir. Hematoloji, pek çok tıp alanında olduğu gibi multidisipliner bir yaklaşım gerektiren bir branştır. Medikal ve radyasyon onkolojisi gibi bölümlerle sıkı bir iş birliği gerektiren kan hastalıkları hastalarına, diyetisyen eşliğinde uygun beslenme programı yapılması ve psikolojik açıdan destek sağlanması da son derece önemlidir. Kemik iliği nakli, hematolojik hastalıkların tedavisinde son derece önemli bir yere sahiptir. Bu yüzden tedavi görülen hastanede tam donanımlı ünitelerin ve deneyimli bir ekibin olması önem arz eder.
 
Kan Hastalıkları Nelerdir?
Erişkin bir insanın vücudunda yaklaşık 4 ile 5 litre kadar kan bulunur. Kan, doku ve organların hormonlar aracılığıyla iletişim kurmasına olanak tanıyan, vücuda giren yabancı madde ve organizmaları temizleyen, vücutta biriken atık maddeleri akciğer, böbrek ve karaciğer gibi organlara taşıyan, yaşam için son derece önemli bir sıvıdır. Kan, aynı zamanda vücutta yer alan hücrelerin taşınması, çoğalması ve yenilenmesinde de önemli bir rol oynar. Tıpta eritrosit olarak tanımlanan kırmızı kan hücreleri (alyuvarlar), lökosit ya da farklı bir deyişle beyaz kan hücresi (akyuvarlar) ve kan pulcuğu olarak bilinen trombosit olmak üzere üç çeşidi bulunan kan hücrelerinin farklı görevleri bulunur. Alyuvarlar, oksijen ve karbondioksit transferinden sorumludur ve bunların taşınmasını sağlayan moleküllere hemoglobin denir. Akyuvarlar vücuda giren yabancı organizmalara karşı metabolizmayı savunur. Trombositler ise kanama hâlinde pıhtılaşmayı sağlar. Kan hücreleri, kemik iliğinde bulunan kök hücreler tarafından üretilir. Lenf bezleri, timus bezi ve dalak ise alyuvarlar ile birlikte vücudun yabancı organizmalara karşı korunmasında önemli bir rol oynar. Lenf bezlerinde bulunan ve lenfosit adı verilen beyaz kan hücreleri ise alyuvarların bir türüdür. Hastalıklara karşı vücutta bulunan diğer hücreleri uyarmak için kimyasallar gönderen lenfositler, toplam alyuvar sayısının %20 ile %40’ını oluşturur. Tüm bu sistem içinde oluşan hastalıkların tamamı kan hastalıkları olarak adlandırılır. Hematolojinin ilgilendiği hastalıkların bazıları şu şekilde sıralanabilir:
 
  • Anemi, trombositopeni ve lökopeni gibi hastalıklara neden olan kan hücrelerinin ya da hemoglobin üretimindeki bozulmalar.
  • Hemolitik anemi ve immün trombositopenik purpura (iTP) gibi hastalıklara yol açan kan hücrelerinin yıkımının hızlanması.
  • Orak hücreli anemi gibi hastalıklara sebep olan kan hücrelerindeki işlev bozuklukları
  • Von Willebrand hastalığı ve hemofililer gibi pıhtılaşma bozuklukları
  • Akciğer tromboembolisi, tromboz ve tromboflebit gibi kanın dolaşım sistemi içinde pıhtılaşması
  • Lösemi, lenfoma ve myeloma gibi kan üretiminden sorumlu kemik iliği hücrelerinin ve lenf bezi hücrelerinin kanserleşmesi
 
Yaygın Olarak Görülen Hematolojik Hastalıklar Nelerdir?
Hematoloji bölümü hekimlerinin yaygın olarak karşılaştığı hastalıklar anemi, Akdeniz anemisi olarak bilinen talasemi ve lösemidir. Bu hastalıkların semptomları, tanı ve tedavi yöntemleri ise şu şekildedir:
 
Anemi: Halk arasında kansızlık olarak da bilinen anemi, kırmızı kan hücrelerinin içinde bulunan ve oksijenin taşınmasını sağlayan hemoglobin molekülü sayısında azalmaya bağlı olarak ortaya çıkar. Aneminin pek çok farklı sebebi bulunsa da en yaygın nedeni, demir eksikliğidir. Hemoglobin üretiminde olmazsa olmazlar arasında yer alan demir mineralinin tüketilen gıdalardan yeterince alınmaması, bilinen ya da bilinmeyen kanamalar, kan düzeyinde demir seviyesinin düşmesine yol açar. Demir mineralinin eksikliği, kansızlığa ya da farklı bir deyişle anemiye yol açar. Aneminin başlıca belirtileri çabuk yorulma, hâlsizlik ve ten renginde solukluktur. İyi beslenmeyen bebeklerde, genç kadınlarda ve ergenlik çağındaki kişilerde sıklıkla görülen aneminin tedavisi, anemiye yol açan etkenin ortadan kaldırılmasıyla yapılır.
Talasemi: Akdeniz anemisi olarak da bilinen talasemi, oksijen taşıyan hemoglobin molekülü üretiminin doğuştan bozuk olmasından kaynaklanır. Alfa ve beta talasemi olarak iki alt türü bulunur. Genetik geçişli bir hastalık olan Akdeniz anemisi, özellikle Akdeniz bölgesinde sıklıkla görülür. Beta talasemide anne ve babadan geçen globin geni normalse çocuk normal doğar. Genlerden biri değişmişse çocuk, taşıyıcı olur. Ancak her iki gen de değişmiş ise çocuk, talasemi hastası olarak dünyaya gelir. Taşıyıcı hastalarda hafif şiddette kansızlık görülür. Ancak şiddetli vakalarda düzenli olarak kan nakli yaptırılması gerekir. Çabuk yorulma, soluk cilt rengi, bacaklarda yara ve deride renk koyulaşması, gecikmiş büyüme, koyu idrar ve yüz kemiklerinde şekil bozukluğu gibi belirtilerle karakterize olan Akdeniz anemisinin tedavisi, hastalığın türüne göre farklılık gösterir.
Lösemi: Kan kanseri ya da ilik kanseri olarak da bilinen lösemi, kemik iliğinde bulunan ve kan yapımından sorumlu hücrelerin kanserleşmesi sonucunda oluşur. Kabaca, akut ve kronik olarak iki farklı türü bulunan löseminin aslında pek çok türü bulunur. Lösemide kanserleşen hücreler sağlıklı bir şekilde kan üretemez. Kanserli hücrelerin istilacı yapılarından dolayı bu hücreler, sağlıklı kan üreten hücrelere de yer bırakmaz. Akut lösemi tedavi edilmediğinde hafta ya da ay bazında ölümle sonuçlanan çok ciddi bir rahatsızlıktır. Ancak kemoterapi ilaçlarıyla ya da ilik nakli olarak bilinen kök hücre nakli ile tedavi edilebilir. Kronik lösemi hastaları ise bazı durumlarda tedavi görmeksizin on yıllar boyunca yaşayabilir. Ancak kronik lösemi hastalarının ilaçla iyileşmesi çok daha zordur. Genellikle yaşam kalitesinin artırılması için düzenlenen tedavi yöntemleri, aynı zamanda kişinin yaşam süresinin uzamasında da etkilidir. Kronik lösemilerin bazı türleri kök hücre nakliyle iyileştirilebilir.
 
Hematolojik Hastalıkların Belirtileri Nelerdir?
Her bir hastalık kendine has semptomlar ile karakterize olsa da genel olarak kan hastalıklarının belirtileri şu şekilde sıralanabilir:
 
  • Fiziksel aktivite sırasında çabuk yorulma
  • Genel hâlsizlik ve yorgunluk hali
  • Sık enfeksiyon geçirme
  • Hafif travmalarda dahi kanama
  • Kanamanın uzun süre durmaması, pıhtılaşma güçlüğü
  • Dengelenmeyen ateş
  • Boyun, koltuk altı veya kasıklarda beze varlığı
  • Bacağın tamamında ya da diz altında aniden gelişen ağrılı ödem.
Kan Hastalıkları Nasıl Teşhis Edilir?
Hematolojik hastalıkların teşhisi için öncelikle ayrıntılı anamnez ve fizik muayene yapılması gerekir. Bulgular ışığında hekimin gerekli gördüğü laboratuvar testleri ve radyolojik görüntülemeler yapılır. Laboratuvar testleri genellikle kan hücreleri ve hemoglobin miktarının ölçümü için tam kan sayımı, hemoglobin alt tiplerinin analizi, periferik yayma olarak tanımlanan kanın mikroskop altında incelenmesi, kemik iliği aspirasyonu ve biyopsisi, B12 vitamini, demir ve folik asit düzeylerinin incelenmesi, pıhtılaşmanın tetkiki, kan hücrelerinin işlevsel olarak değerlendirilmesi ve immün sistem hücrelerinin ürettiği proteinlerin tetkiki gibi yöntem ve analizlerden oluşur.
 
Sağlıklı bir yaşam için düzenli olarak sağlık taramalarınızı yaptırmayı unutmayın.
Günümüzdeki bilimsel gelişmelerin ışığında ayrıntılı fiziksel muayene, modern tıbbın sağladığı imkanlar ve yeni nesil tetkikler yardımıyla pek çok hastalık en erken evresinde tespit edilerek ilerlemeden tedavi edilebilmektedir. Laboratuvar (kan, idrar, dışkı vb.), radyolojik incelemeler (röntgen, ultrasonografi, mammografi, bilgisayarlı tomografi, MR, kemik yoğunluğu, vb.), gerekli durumlarda endoskopik incelemeler (üst gastrointestinal sistem endoskopisi, kolonoskopi, vb.) ve EKG, Ekokardiyografi gibi gerekli tüm tetkikler kullanılarak hastalıkların erken dönemde kesin tanısı koyulabilmektedir. Hastanelerin genellikle en yoğun olarak başvurulan kliniklerinden olan iç hastalıkları departmanı, birçok hastanın hastalığa ilişkin başlangıç belirtileri ile başvurduğu klinik olması nedeniyle büyük öneme sahiptir. Dahiliye olarak da bilinen iç hastalıkları kliniğinde hastaların her türlü detaya önem verilerek titizlikle tedavi edilmesi, olası hastalıkların tespit edilebilmesine ve daha ciddi boyutlara ulaşmadan bu bölümde veya ilgili tıbbi birime yönlendirilerek tedavi edilebilmesine olanak sağlamaktadır.
 
İç Hastalıkları (Dahiliye) klini 15 yaş üzeri tüm hasta gruplarına hasta değerlendirme, tetkik, tedavi ve takipleri ile dünya standartlarında 24 saat kesintisiz hizmet veriyor. En son teknolojiye sahip ekipmanlar kullanılarak uygulanan tanı testleri ile henüz belirti vermemiş hastalıklar bile tespit edilerek tedaviye derhal başlanmaktadır. Aynı zamanda herhangi bir şikayeti bulunmayan ve yaş, cinsiyet, önceden geçirilmiş hastalıklar ve genetik faktörler itibariyle risk grubunda yer alan bireylerde rutin kontroller ile hastalar detaylı incelemelerden geçirilmektedir.
 
Genel Dahiliye Kliniği’nin uzmanlık alanına giren ve bu bölümde tedavi edilen hastalıklar şunlardır;
 
Üst ve alt solunum yolu hastalıkları
Solunum yolu enfeksiyonları, özellikle sonbahar ve kış aylarında sıklıkla görülen bulaşıcı hastalıklar olup üst ve alt solunum yolu enfeksiyonu olarak ikiye ayrılır. Üst solunum yollarına ilişkin enfeksiyon hastalıkları genellikle soğuk algınlığı olarak adlandırılır ve burun ile boğaz bölgelerini etkiler. Alt solunum yolu enfeksiyonları ise daha ciddi boyutludur; bronşlar, bronşiyoller ve akciğerleri etkiler, aynı zamanda üst solunum yolu enfeksiyonlarının tedavi edilmemesi ile de ortaya çıkabilir. Genel dahiliye kliniklerinin uzmanlık alanına giren bu hastalıklarda bazı durumlarda, göğüs hastalıkları ve kulak burun boğaz kliniklerine de konsültasyon yapılabilir.
 
Enfeksiyon hastalıkları
Solunum yolu enfeksiyonlarının haricinde idrar yolu enfeksiyonları, cilt enfeksiyonları, karaciğer iltihabı (hepatit), ishal, kemik ve eklemlerin iltihabi hastalıkları, paraziter hastalıklar, cinsel yolla bulaşan hastalıklar, influenza ve bruselloz gibi pek çok enfeksiyon hastalığı da iç hastalıkları kliniklerinin uzmanlık alanına girer. Bu hastalıklara ilişkin şikayetlerle kliniğe başvuran hastalar herhangi bir enfeksiyon hastalığının tanısını almaları durumunda enfeksiyona yol açan etkene yönelik olarak tedavi altına alınırlar. Yataklı tedavi uygulanması gereken hastalarda izole bir ortamın sağlanması bulaşmanın önlenmesi açısından gereklidir.
 
Hipertansiyon
Kalpten pompalanan ve damarlar içerisinde vücudun doku ve organlarına dağılan kanın damar çeperlerine uyguladığı basınç, tansiyon olarak adlandırılır. Yetişkin bireylerde sistolik kan basıncı 120 mmHg, diastolik kan basıncı ise 80 mmHg’nin altında olmalıdır. Kan basıncının bu değerlerin üzerinde seyretmesi, hipertansiyon adı verilen hastalığı işaret eder. Hipertansiyon, damarlarda hasar oluşumuna ve kanama gibi pek çok probleme yol açabildiğinden beyin kanaması, böbrek hasarı gibi pek çok ciddi sorunu beraberinde getirebilir. Dahiliye kliniklerinde takip ve tedavisi yapılan hipertansiyon hastalarında tıbbi beslenme tedavisi ve ilaç kullanımı ile tansiyonun kontrol altında tutulması hedeflenmektedir.
 
Diyabet
Tip 1 ve Tip 2 olmak üzere iki yaygın türü bulunan diyabet hastalığı, insülin hormonunun yetersiz salgılanması veya dokular tarafından kullanılamamasına bağlı olarak kan glukoz seviyesinin normalin üzerine çıkması ile gelişir. Tedavisinde insülin uygulaması, oral antidiyabetik ajanlar gibi ilaç uygulamalarından yararlanılır. İnsüline bağımlı olmayan diyabet hastalarının tedavi ve takibi genel dahiliye kliniklerinde yapılır. Tedavide diyet uygulaması ve ilaç kullanımı ile kan şekeri seviyesinin normal aralıklarda tutulması sağlanarak yüksek kan şekerinin gözler, böbrekler, kalp ve damarlar üzerindeki olumsuz etkilerinin önlenmesi hedeflenir.
 
Tiroid hastalıkları
Boyun bölgesinde bulunan tiroid bezinden salgılanan tiroid hormonları vücut metabolizma hızının düzenlenmesi başta olmak üzere pek çok önemli işleve sahiptir. Tiroid bezinin yetersiz çalışması, fazla çalışması, tiroid bezinde bulunan kanserler ve otoimmün hastalıklar dolayısıyla hormonal dengede önemli sorunlar oluşabilmektedir. Bu nedenle tanı ve tedavisine ilişkin takipleri endokrinoloji ve dahiliye klinikleri tarafından uygulanan tiroid hastalıkları mutlaka tedavi edilmelidir.
 
Kolesterol ve trigliserid gibi kan yağlarında yükselme
Sağlıksız ve dengesiz beslenme, ailesel faktörler ve kronik hastalıklara bağlı olarak kolesterol, trigliseritler ve diğer kan lipidlerinin kandaki seviyeleri normalin üzerine çıkabilmektedir. Bu parametrelerdeki hafif yükseklikler rutin kan testlerinde belirti verirken ileri derecedeki yükselmeler göz çevresinde yağ bezelerinin oluşumu gibi belirtilerle kendini gösterebilir. Kan yağlarının ilaçlar ve beslenme tedavisi ile kontrol altına alınmaması durumunda kalp ve damar hastalıklarının oluşumu kaçınılmaz hale gelir. Bu nedenle sağlıklı beslenmeye gereken özen gösterilmeli, kan yağlarının yükselmesine ilişin hiperkolesterolemi, dislipidemi gibi hastalıkların tanısını alan bireylerde dahiliye kliniklerince gerekli tedavi uygulamaları başlatılmalıdır.
 
Karaciğer, mide ve safra kesesi gibi sindirim sistemi hastalıkları
Karaciğerde hepatit, yağlanma, siroz, kist gibi hastalıklar; midede gastroözofageal reflü, gastrit, ülser, fıtık gibi hastalıklar; safra kesesinde ise taş ve kum oluşumu, iltihalp (kolesistit) ve tıkanıklıklar iç hastalıkları kliniklerinin uzmanlık alanına giren ve oldukça yaygın olarak karşılaşılan hastalıklardır. Bu hastalıkların tedavisinde ilaç, beslenme ve yaşam tarzı değişikliği gibi tedaviler dahiliye uzmanları tarafından yürütülür. Girişimsel radyoloji uygulamaları ve cerrahi operasyonlar gerektiğinde ise hastalar ilgili cerrahi ve dahili tıp birimlerine yönlendirilir.
 
Akciğer hastalıkları
Akciğerde görülen astım, kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH), zatürre, akciğer zarında sıvı birikimi gibi pek çok hastalıkta tanı ve tedavi işlemleri iç hastalıkları kliniklerinde yürütülmektedir. Basit akciğer hastalıklarının dışında ve hekim tarafından gerekli görülmesi durumunda akciğer hastalıkları ile ilgilenen bir diğer bölüm olan göğüs hastalıkları kliniklerine de yönlendirilebilmektedir.
 
Böbrek hastalıkları
Böbreklerde gelişen enfeksiyonlar, taş oluşumları, kistler, akut veya kronik yetmezlikler erken dönemde tedavi edilmesi gereken ve kalıcı organ hasarına kadar ilerleyebilen ciddi sağlık sorunlarıdır. Böbreklere ilişkin şikayetlerle sağlık kuruluşlarına başvuran hastaların genel tedavi ve takipleri iç hastalıkları kliniklerinde yapılır. Gerekli görüldüğü durumlarda ise mevhastalar nefroloji kliniklerine yönlendirilir.
 
Kansızlık ve diğer kan hastalıkları
Kanda demir, hemoglobin ve hematokrit seviyelerinin düşük olması kansızlık (anemi) olarak adlandırılır. En yaygın nedeni yetersiz ve dengesiz beslenme sonucu demir minerali, B12 vitamini ve folik asitin vücuda yetersiz düzeyde alınmasıdır. Kansızlığa ek olarak akdeniz anemisi, kanın pıhtılaşmasına ilişkin bozukluklar, kanamalar ve kemik iliğine ilişkin hastalıklar dahiliye birimlerinin uzmanlık alanına girer ve tedavileri bu kliniklerde yapılır. Gerekli görülmesi durumunda hastalar hematoloji kliniklerine de yönlendirilebilir.
 
Romatizmal hastalıklar
Bel ve boyun ağrıları ile karakterize yumuşak doku romatizmaları, fibromialji, kireçlenme, romatoid artrit, gut hastalığı, behçet hastalığı, ailesel akdeniz ateşi ve akut eklem romatizmaları tanı ve tedavi aşamalarında iç hastalıkları kliniklerine başvurulması gereken romatizmal hastalıklardır. Rutin takipleri ve basit tedavileri dahiliye kliniklerinde yapılan hastalar gerekli görüldüğü durumlarda romatoloji kliniklerine de yönlendirilebilir.
 
Kas ve iskelet sistemi hastalıkları
Romatizmal hastalıkların bir kısmı, osteoartrit (kireçlenme), vücudun farklı bölgelerinde meydana gelen kas ve iskelet sistemine ilişkin ağrıların tedavisi ile cerrahi operasyon öncesi ve sonrası süreçte tedavi ve takip işlemleri iç hastalıkları birimlerinde yürütülür. Aynı zamanda özellikle ileri yaştaki hastalarda sıklıkla görülen kemik erimesinin tedavisi konusunda da dahiliye kliniklerine başvurulmalıdır.
 
Yukarıda yer alan hastalıklar ilk başvuru ve tedavi süreci boyunca genel dahiliye kliniklerinin alanına giren sağlık sorunlarıdır. Dahiliye kliniklerine bu ve benzeri hastalıklara ilişkin şikayetler ile başvuran hastalar gerekli tanı testleri yapıldıktan sonra hastalığın tanısını almaları durumunda gerekli görüldüğünde diğer tıbbi birimlerden de destek alınarak tedavi edilmektedir. Daha önceden bu hastalıkların tanısını almış bireylerde ise tedavi sürecine ilişkin yataklı veya ayaktan hasta takipleri yine dahiliye kliniklerinde titizlikle uygulanır. Eğer siz de iç hastalıkları biriminin uzmanlık alanına giren herhangi bir hastalığa sahipseniz veya bir hastalığa ilişkin belirtiler taşıyorsanız derhal bir sağlık kuruluşuna başvurarak gerekli muayenelerden geçmelisiniz. Son teknoloji tıbbi ekipmanlara sahip bir sağlık kuruluşunda muayene olarak sağlık durumunuz hakkında detaylı bilgi alabilir, olası hastalıklarınızın erken evrede teşhis edilmesini sağlayarak ileride karşılaşabileceğiniz ciddi sorunlarının önüne geçebilirsiniz.
Hastanelerimizde Kadın Hastalıkları ve Doğum ile ilgili genel tanı ve tedavi hizmetlerinden başlayarak, menopoz ve osteoporozdan, doğum kontrol yönetimlerine, riskli ve normal gebeliklerin takibine, jinekolojik kanserlerin tanı ve tedavisinden, tüp bebek tedavisine kadar pek çok alanda hizmet veriliyor.
 
Hastalarımız tüm sağlık ihtiyaçlarının tek merkezden karşılandığı, uluslararası standartlarda tıbbi tanı ve tedavi hizmetleri aldıkları ve merak ettikleri konularda halk seminerleri ile bilgilendirildikleri bir sağlık sürecinin parçası oluyorlar.
 
Genel Jinekoloji Hizmetleri
Ergenlikten başlayarak, menopoz dönemine kadar her yaştan kadının, tüm sağlık sorunlarının tanı ve tedavisinin yapılarak, rutin kontroller ile önleyici hekimlik uygulamalarının da başarıyla gerçekleştirildiği poliklinik hizmetleri veriliyor.
 
Kadın Hastalıklarına neden olan enfeksiyonlar başta olmak üzere, kasık ağrısı, adet düzensizliği, jinekolojik kanserlerin erken teşhisi için ultrasonografi incelemeleri, PAP-smear testi, kolposkopi ve rutin jinekoloji muayeneleri grubumuz bünyesindeki tüm hastanelerimizin polikliniklerinde yapılıyor.
 
Gebelik ve Yüksek Riskli Hamilelik Takip Hizmetleri
Kadınların hayatındaki en önemli ve hassas dönemlerden biri de hamilelik sürecindir. Hastanelerimizdeki gebelik poliklinikleriyle, anne adaylarının yanında oluyor ve bu süreci bebekleri ve kendileri açısından sağlıklı tamamlayabilmeleri için çalışıyoruz.
 
Hamileliğin başladığı haftadan itibaren, doğuma kadar tüm anne adaylarının takipleri standart olarak ultrason cihazları ile yapılıyor. Tanıya yönelik yapılan rutin testler arasında ikili test, fetal ense kalınlığı ölçümü, üçlü test, şeker tarama testi, servikal uzunluk ölçümü, fetal monitörizasyon gibi incelemeler bulunmaktadır. Hamileliğin gelişimine göre normal, sezaryen veya epidural anestezi ile doğum seçenekleri de başarıyla gerçekleştiriliyor.
 
Yüksek riskli gebelikler sınıfına giren, gebelik sırasında komplikasyon yaratabilecek hastalıkların varlığında, deneyimli Kadın Hastalıkları ve Doğum kadrolarımızın yanı sıra diğer branşların da desteği ile takipler sürdürülmektedir. Bu gebeliklerin doğumlarında da, sağlık problemi yaşaması olası bebekler için, her an müdahaleye hazır, bilinçli kadrolarıyla Yenidoğan Yoğun Bakım Ünitesi hekim ve hemşireleri doğumlara eşlik ediyor.
 
Doğum
Hastanelerimizde, takip sürecinin ardından, doğumunu gerçekleştirdiğimiz tüm bebeklerimize de en az annelerimiz kadar iyi bakmayı hizmetlerimizin bir parçası olarak görüyoruz.
 
Hastanelerimizde, bebeklerimizin ihtiyaç duyduğu bakımı, uzmanlığının yanı sıra şefkat duygusuyla sunan doktor ve hemşire kadrosuyla hizmet verilmektedir. Kadın Doğum ve sonrasında Pediatri Polikliniği hizmetlerimizle, bebekler doğmadan önce olduğu gibi, doğduktan sonra da  profesyonel ilgisi altında bulunuyorlar.
 
Menopoz ve Osteoporoz Takipleri
Menopoz, bilimsel yaklaşımın ve hassasiyetle de üzerinde durulması gereken, kadınların yaşamındaki özel dönemlerden biridir. Hastanelerimiz Kadın Hastalıkları ve Doğum Bölümlerinde hastaların menopoz dönemini sağlıklı ve rahat geçirebilmeleri için gerekli tedaviler gerçekleştirilmektedir. Menopoza bağlı gelişen osteoporoz (kemik erimesi) hastalığının önlenmesi, hastalar üzerindeki yıkımlarının en aza indirilmesi konusunda da Kadın Hastalıkları ve Doğum Bölümlerimizin hekimleri, diğer tıp disiplinleriyle yakın işbirliği içinde tedavileri planlanıyor.
 
Jinekolojik Onkoloji Takipleri
Jinekolojik kanserler, üreme sistemine ait yüksek risk oluşturan kötü huylu oluşumlar detaylı şekilde inceleniyor ve hem cerrahi hem de medikal tedaviler uygulanıyor.
 
Tüp Bebek
Tüp Bebek konusunda, köklü geçmişe sahip ve konusunda deneyimli hekim kadroları ile bebek sahibi olmak isteyen çiftlerin yüzünü güldürüyor. Kadın ve erkek kısırlığının geleneksel tedavileri başta olmak üzere, yardımla üreme teknikleri kapsamında; tüp bebek, mikroenjeksiyon, embriyo dondurma ve cerrahi sperm arama işlemleri yapılıyor.

Koroner Arter Hastalıkları

Koroner arter, kalbi besleyen atar damarların genel adıdır. Kalp tüm vücudu beslemek üzere kanı aorta (tüm vücudu besleyen ana atar damar) pompaladığı zaman ilk önce koroner arterler vasıtası ile kendini besler. Koroner arter hastalığı, kalbi besleyen koroner damarların daralması ve/veya tıkanması sonucu kalp kasının beslenmesinin bozulması sonucu meydana gelen durumdur. Kalbi besleyen 3 ana koroner damar ile bunlardan dallanan yan damarlardan meydana gelir. Kalbi besleyen ana koroner damarlar sol ön inen arter, sol sirkümflex arter ve sağ koroner arterlerdir.

Koroner arter hastalığı tüm dünyada ve ülkemizde en sık ölüm sebebidir. Koroner arter hastalığı bir kısım hastada direkt kalp krizi olarak görülmesine rağmen bir çok kişide kalp krizi olmadan erken teşhis edilebilmektedir. 
 

Kalp Yetmezliği

Kalp yetmezliği genel anlamda kalbin çeşitli nedenlere bağlı olarak zarar gördüğü veya zayıfladığı durumlarda ortaya çıkan bir hastalıktır. Kalbin kan pompalama odacıkları olan ventriküllerin sertleşmesi, kalbin iki atışı arasında tam olarak kan ile doldurulamamasına neden olarak kalp yetmezliğine yol açabilir. Bunun yanı sıra kalp kasının zayıflaması veya hasar görmesi de ventriküllerin genişlemesine, dolayısıyla kanın vücudun tüm bölgelerine yeterli miktarda ulaşmasına yetecek düzeyde kan pompalayamamasına neden olur. Kalp yetmezliğinin gelişiminde genetik faktörler önemli bir role sahiptir. Ailesinde kalp yetmezliği öyküsü bulunan bireylerin bu hastalığa yakalanma olasılıkları diğer bireylere oranla oldukça yüksektir. 

Kalp krizi (enfarktüs),

Kalbi besleyen atardamarlarda (koroner arterler) herhangi bir nedenle aniden ortaya çıkan tıkanma sonucu kalp kasına yeterince kan gitmemesine bağlı olarak kalp dokusunda hasar oluşmasıdır. Kalbi besleyen damarlarda yağ (kolesterol) birikmesi sonucu plak olarak adlandırılan yapılar oluşur (aterosklerozis). Plaklar zaman içinde çoğalarak damarı daraltır. Bu plakların çatlaması sonucunda damar içinde pıhtı (trombüs) oluşur. Oluşan pıhtılar damarı tıkayarak kalp krizine neden olurlar.

 

Kalp Ritim Bozukluğu (Aritmi) Nedir?

Dakikada 60-100 arasında düzenli bir şekilde çalışan kalp, bu ahengin bozulması sonucu ritim bozukluğu (aritmi) yaşar. Aritmi olarak da bilinen Kalp Ritim Bozukluğu, kalp atımlarının düzensiz hale gelmesinden kaynaklanır. Bu ritim bozukluğu meydana gelirken kalp çok hızlı (taşikardi), çok yavaş (bradikardi) veya düzensiz bir şekilde atabilir. Aritmilerin çoğu zararsız olsa da, bazıları hayati tehlikeye sebep olacak kadar ciddi olabilir. Örneğin, ritim bozukluğu sırasında kalp vücuda yeterince kan gönderemez ve bu durum kişide nefes darlığı, bayılma, baygınlık hatta ani ölüme sebep olabilir. 

 

Kalp Ritim Bozukluğunun Nedenleri

Genellikle kalp hastası olan kişilerde görülen aritmiler, kalbinde hiçbir sağlık sorunu barındırmayan kişilerde de görülebilir. Bu nedenle, hastalarda evvela ritim bozukluğunun nasıl olduğu ve bu ritim bozukluğuna yol açan herhangi bir kalp hastalığının olup olmadığı göz önünde bulundurularak tetkikler yapılmaktadır. Zira aritmiler, kalp haricinde diğer sistemik hastalıklardan(anemi, tiroid bezinin fazla veya az çalışması, bazı hormonal hastalıklar vb.) kaynaklı olarak da baş gösterebilir. Bunun dışında, kalp ritim bozukluklarının doğuştan gelen bir zemini de olabilir ancak yine de bu ritim bozukluklarının ortaya çıkışı 20’li, 30’lu hatta daha ileri yaşları bulabilir. Sonradan oluşan kalp ritim bozuklukları ise genellikle kalp yetmezliği ve kalp krizi gibi yapısal kalp hastalıkları zemininde gelişir. 

 

Periferik Damar Hastalıkları

Periferik damar hastalıkları, periferik arter (atardamar) ile ilgili hastalıkları ifade etmektedir. Periferik arter hastalığı ise; kollara, bacaklara ve iç organlara kan akışını sağlayan atardamarların ateroskleroz (damar sertliği) nedeniyle tamamen veya kısmen tıkanması nedeniyle oluşan bir hastalıktır. 35 yaş altındaki hastalarda bacaklardaki kronik oklüzif hastalığın başta gelen nedeni aterosklerozis obliteranstır.
 

Ateroskleroz (Damar Sertliği)

Ateroskleroz, sert kolesterol kütlelerinin (plak) atardamar (arter) duvarlarına yapışması ile meydana gelmektedir. Yapışan bu kolesterol plakları, arter duvarlarının sertleşmesine ve arter içerisindeki kanalın (lümen) daralmasına neden olmaktadır. Ateroskleroz insan vücudunda erken yaşlarda oluşmaya başlamaktadır. Yaşın ilerlemesi ile beraber ateroskleroz ağırlaştığında, arterler içerisinde ciddi darlıklar oluşabilmekte ve bu damarların beslediği dokularda iskemi (kan ve oksijen yetersizliği) meydana gelebilmektedir. Bacak arterlerinin ileri aterosklerozu ise yürürken veya egzersiz ile bacak ağrısına (klodikasyon), yara iyileşmesinde gecikmelere ve bacak ülserlerine (açık yara) neden olabilmektedir.

Kalp Kapağı Hastalıkları 

Kalbimizin 4 kapağı var. Gün boyu dinlenmeden açılıp kapanıyor. Ancak yeterli açılmadığında ya da kapanmadığında çeşitli sağlık sorunlarının oluşmasına neden oluyor. Üstelik hastalığın başlangıcında bazen hiçbir belirti vermeyebiliyor. Yıllarca bu sorunlarla yaşayan ama haberi olmayan pek çok kişi bulunuyor.

Kalp Kapakçığı Nedir, Kalp Kapağı Hastalıkları Hangileridir?

Kalp kapakları, kalp odacıkları içindeki kan akımını doğru şekilde yönlendiren, her kalp atımı ile birlikte açılıp kapanan yapılardır. Dört adet kalp kapakçığı vardır: mitral, aort, triküspit, pulmoner kapak. Kalp kapak yapısının bozularak işlev yapamaz hale gelmesi sonucu kalp kapak hastalığı oluşur.

Kapakçıklarda hastalık iki şekilde gelişebilir, kapağın daralması ve/veya yetmezliği (geriye doğru kan kaçırması). Kapak hastalıklarının sebebi genetik, ileri yaş, enfeksiyon, kalp kası hastalıkları gibi çok çeşitlidir.

Kalp kapak hastalıkları uzun yıllar belirtisiz seyredebilir. Muayene sırasında doktorunuzun üfürüm duyması sonucu tesadüfen tespit edilebilir. Kapak hastalıkları mekanik sorunlar olduğundan ilaçlar ile tedavi edilemez, ilaç tedavileri ancak hastalığın ilerlemesini veya belirtilerin hafiflemesini sağlayabilir.

Kalp kapak hastalıkları genelde yavaş seyirlidir, ancak ileri düzeylerde kalp yetmezliği, inme, ritim bozukluğu ve bazen ani ölüme yol açabilir. Bu nedenle kapak hastalarının aralıklar ile ekokardiyografi tetkiki ile izlenerek kapak cerrahisi zamanının belirlenmesi gereklidir.

Uzun vadede kalp kapağına yönelik cerrahi girişim gerekecektir, bu kapağın onarılması veya tümüyle değiştirilmesi şeklinde olabilir.

 

Aort hastalıkları nelerdir?

Aort hastalıkları; damarın genişlemesi (anevrizma), damar tabakalarının birbirinden ayrılması (diseksiyon), damarın tıkanması veya daralması olmak üzere üç şekilde sınıflandırılır. 

Aort anevrizmasında genişlemeye bağlı olarak damarın yırtılma riski vardır. Aile öyküsü, sigara, kokain kullanımı, ileri yaş aort anevrizması için önemli risk faktörleridir. Aort; kalbe, bacaklara, kola ve iç organlara kan taşıyan atardamardır ve aortun üç katmanı mevcuttur. Bu katmanlardan iç katmanın yırtılarak kanın orta katmana geçmesi ve yeni bir yol oluşturarak oradan akması aort diseksiyonunu meydana getirir. Yüksek tansiyon (hipertansiyon) önemli bir risk faktörüdür. 

Damar sertliği nedeniyle ve diyabete (şeker hastalığı), sigara kullanımına, damarlarda yeterli kan akımının olmamasına veya pıhtı kalıntılarına bağlı olarak damarlarda tıkanma ve daralma aort hastalıkları arasında yer alan diğer kalp ve damar hastalığıdır. 

Damar Sertliği (Ateroskleroz) Nedir?

Ateroskleroz ne demek sorusu ile günlük hayatta sıkça karşılaşılır. Adından da anlaşılacağı üzere ateroskleroz, damarların sertleşmesinden dolayı ortaya çıkan bir hastalıktır. İnsan vücudundaki atardamarlar, insan yaşamı boyunca tüm hareketlerine uyum sağlayacak ve vücuda göre şekil alacak esnek bir yapıya sahiptir. 

 

Bu esnek yapısı sayesinde atardamarlar hücrelerin, doku ve organların ihtiyaç duyduğu kanın pompalanarak vücudun dengesinin korunmasına, sağlıklı bir yaşamın devam etmesine yardımcı olur. İnsan doğumundan ölümüne kadar kan akışı devam eder ve kesintiye uğramaz. İnsan vücudunun bu sistemi kusursuz bir şekilde işler. 

 

Ancak birtakım nedenlerden dolayı damar çeperlerinde pıhtı ve kolestrol birikmesi damarda kalınlaşmaların oluşmasına sebep olur. Zaman zaman kan damarlarında pıhtı ve kolesterol birikmesi olabilir. Ancak bu durum sürekli olmadığı sürece kendiliğinden normale dönme eğilimi gösterir. Sürekli olarak kolesterolün yüksek olması gibi durumlarda ise damarlar kalınlaşarak esnekliğini kaybetmeye başlar. Bu durum ise damar sertleşmesi olarak tanımlanır. 

 

Bunun sonucu olarak ise kanın arterlerden geçişi zorlaşır ve kan akışının sınırlanması sonucu ortaya çıkar. Kan akışının bu şekilde sınırlanması, kanın gerekli doku ve organlara zamanında ve yeterli miktarda ulaşamamasına neden olur. Beyin kanaması, kalp krizi gibi ölümcül hastalıkların birçoğu damar sertliğinin bir sonucu olarak ortaya çıkar. 

 

Hipertansiyon nedir?​
 

Tansiyon (kan basıncı), damar duvarına uygulanan basınç olarak tanımlanır. Tansiyon, kişinin kalbinin pompaladığı kan miktarına ve damar duvarında kan akışına karşı oluşan dirence bağlı olarak değişkenlik gösterir. Sistolik (büyük) tansiyon, kalp kasıldığı zaman oluşan maksimum kan basıncıdır. Diastolik (küçük) tansiyon, iki atım arasında kalp gevşediğinde atar damarlardaki ölçülen minimum kan basıncıdır.

Hipertansiyon, kanın damar duvarına uyguladığı basıncın yüksek seyretmesi durumudur. Tansiyon ölçümlerinde kişi en az 10 dakika dinlenmiş ve sakin olmalıdır. Bu şekilde yapılan, 3 ayrı ölçümde, sistolik kan basıncı 140 mmHg, diastolik kan basıncı 90 mmHg’nin üstünde saptanırsa hipertansiyon tanısı konulmuş olur.

Türkiye’de her 5-6 erişkinden biri tansiyon hastasıyken, 40 yaş üstü erişkinlerde bu oran 3’te 1 ‘e, 50 yaş üstü erişkinlerde ise 2’de 1’e düşmektedir.

 

Hiperlipidemi 

Halk arasında kolesterol yüksekliği olarak bilinen hiperlipidemi terimi kandaki çeşitli yağların olması gerekenden yüksek düzeyde olmasını ifade eder. Kanda bulunan en temel yağ çeşidi kolesteroldür. Kolesterol, vücudumuzun tüm hücrelerinde bulunması ve hormonların temel yapıtaşını oluşturması sebebi ile sağlıklı yaşam için gerekli bir maddedir. Ancak kolesterolün belli bir seviyenin üstünde olması sağlığımızı tehdit eder.  Yüksek kolesterol başta kalbimizin atardamarları olmak üzere vücudumuzu besleyen tüm atardamarlarda ateroskleroz adını verdiğimiz tıkayıcı damar hastalığı riskini arttırmaktadır. Ülkemizde en önde gelen ölüm sebebinin kalp damar hastalıkları olduğu göz önüne alınırsa hiperlipidemi ile mücadele çok önemlidir.

Hiperlipideminin sebepleri nelerdir?

Hiperlipideminin tek bir sebebi yoktur. Birçok faktör birlikte bu sürece katkıda bulunur. Kısaca özetlenecek olursa genetik faktörler, ilerleyen yaşla birlikte metabolizmanın yavaşlaması, yağlı gıdalardan zengin beslenme, şişmanlık, hareketsiz yaşam tarzı, egzersiz yapmama, sigara, aşırı alkol tüketimi, diyabet veya tiroid hastalıklarında olduğu gibi hormonal bozukluklar sayılabilir.

 

Dislipidemi Nedir?

Dislipidemi; kandaki yağ, kolesterol ve diğer lipid türlerinin anormal seviyelerde olması durumuna denmektedir. Lipitler (yağlar) vücudumuz için gerekli ve faydalıdır. Ancak olması gerekenin üstüne çıktığı durumlarda, kalp ve kalp damarlarıyla ilgili sorunlara sebep olmaktadır. Kalp sorunları ve kalp krizi riskini arttıran yağların bazı türleri vardır;

LDL Kolesterol: Kan damarlarında plak veya kümeler  oluşmasına sebep olabilen, düşük yoğunluklu lipoproteindir. Kötü kolesterol olarak kabul edilmektedir.

HDL Kolesterol: Birikmelere sebep olan LDL’yi kandan uzaklaştırmaya yardımcı olan iyi kolesteroldür. Yüksek yoğunluklu lipoproteindir.

Kanınızda yüksek LDL seviyeleri bulunuyorsa, trigliserit seviyesinin de yüksek olması beklenmektedir. LDL kolesterol yüksek olduğu durumlarda, onu dengeleyen HDL kolesterolün çok düşük olduğu gözlemlenebilir. LDL seviyesinde yükseklik, kalp rahatsızlıklarına, felce ve mide rahatsızlıklarına sebebiyet vermektedir.

Türk sağlık sistemi ve imkanları ABD, AB, İngiltere gibi diğer ülkelerle Kardiyovasküler Cerrahi konusunda büyük rekabet halindedir. Mevcut istatistikler, hastanın Türkiye’de daha ucuz kardiyovasküler tedavi görebileceğini göstermektedir. Mevcut istatistikler, Türkiye’de medikal turizmin dünyada rekabetçi bir ülke olduğunu ve tedavi maliyetlerinin diğer ülkelere göre daha düşük olduğunu göstermektedir. Açık kalp ameliyatı, minimal invaziv kalp by pass ameliyatı, aort kapak replasmanı, miyektomi ve diğer yenilikçi cerrahi işlemler gibi en komplike kalp ameliyatlarını A sınıfı ameliyathanelerde ve profesyonel sağlık ekibi eşliğinde Türk kalp cerrahları yapabilmektedir.
 
Hastalar rehabilitasyon dönemine ilk temastan itibaren bütünsel hizmet alır, uzmanımız ilgilenen hastalara Türkiye’de tıbbi tedaviye karar vermeden hemen önce çevrimiçi doktor görüşmeleri ve yan hizmet seçenekleri sunar. Asistanlarımız hastaların hekim, hizmet ve tesisler, organizasyonel konular, koordinasyon ve diğer konulardaki karar vermelerini kolaylaştırırken, bütüncül bir yaklaşım sergiliyor ve hastalar Türkiye’ye gelmeden önce gerekli tüm düzenlemeleri yapıyoruz.
 
Kalp ve damar cerrahisi, bu alanda uzmanlaşmış cerrahlar tarafından kalp ve dört büyük damara yapılan cerrahi işlemlerdir. Kalp-damar hastalıkları Türkiye’de ve dünyada önemli ölüm nedenleri arasında bulunur. Tıptaki ilerlemelerle birlikte bu hastalıklar artık düzenli olarak kontrollerini yaptıran herkeste erken teşhis edilebilir. Cerrahi tedavi gerektiren kalp ve damar hastalıklarından muzdaripseniz sağlık kuruluşlarının kalp ve damar cerrahisi bölümlerinde uzman doktorlar eşliğinde tetkik ve tedavinizi yaptırabilirsiniz.
 
Hastanelerin deneyimli kardiyak anestezi ekibi ve ileri yaşam destek cihazları ile donatılmış yoğun bakım üniteleri ameliyatların başarı oranına önemli katkıda bulunur ve hastaların ameliyat sonrası sürecini daha rahat geçirmesini sağlar.
 
Kalp ve damar cerrahisi bölümlerimizde yapılan uygulamalar;
 
CGM TESTİ
CGM Testi ya da kardiyogonyometri kalp ve kalbe giden damarların üç boyutlu elektriksel aktivitesini ölçerek görüntüleme imkanı sunan bilgisayar destekli bir testtir. 3D-EKG olarak da bilinen yöntemde göğüs ve sırta bağlanan 5 adet elektrot yardımıyla hasta istirahat halindeyken 4-5 dakika gibi kısa bir süre içerisinde yapılır. Hastalar uygulama sırasında radyasyon ya da başka bir kimyasal maddeye maruz kalmaz. Bu test ile kalp krizi riskini klasik EKG’ye göre daha hızlı öngörmek mümkündür.
 
ABI TESTİ 
ABI testi, öncelikle periferik arter hastalığı tanısında kullanılan bir ölçüm yöntemidir. İngilizcede ankle-brachial index kelimelerinin baş harflerinden oluşur ve Türkçeye “ayak bileği-kol indeksi” şeklinde çevrilebilir. Periferik arter hastalığında kol ya da bacakları besleyen atardamarlarda daralma ve dolayısıyla etkilenen uzuvlardaki dolaşım bozuklukları vardır. ABI testi kol ve bacaklara tansiyon manşonu bağlanarak yapılır. Bununla birlikte stetoskop yerine basınç değerlerini ölçmek için doppler sonografi kullanılır. Doppler sonografi, ultrason muayenelerinin bir parçası olan, arterlerdeki kan akışının belirlenip görünür hale getirilebildiği veya duyulabilir hale getirildiği bir prosedür.
 
EL BİLEĞİNDEN ANJİYO 
Geçmişte, hemen hemen her kalp kateterizasyonu, femoral arterler denilen sağ veya sol kasıkta bulunan atardamarlar yoluyla gerçekleştirilmekteydi. Fakat artık el bileği de tercih edilmeye başlandı. Çünkü el bilek damarı kasık damarının aksine cilt yüzeyine çok yakındır ve obez hastalarda dahi kolaylıkla bulunabilir ve bu damarda kanama kontrolü daha kolaydır. El bileğinden anjiyo için işlem bölgesi lokal anestezi ile uyuşturulur. Küçük bir kesi açılarak damara girilir ve işlem gerekleştirilir.
 
KORONER ANJİYOGRAFİ
Kalbi besleyen ve koroner arter adı verilen damarların boyalı sıvı verilerek görüntülenmesi işlemine koroner anjiyografi denir. İşlem kasık ya da el bileği damarlarından özel kateterler yardımıyla girilerek gerçekleştirilir.
 
KORONER BY-PASS
Kalbi besleyen koroner damarlarda daralma ya da tıkanıklık olduğunda kalp yeterince beslenemez. Eğer damarlardaki kan akımı belli seviyenin altına inerse kalp krizi ortaya çıkar ve kalp kası hasar görür. Kalp kası hasarını önlemek için ilgili damara açık kalp ameliyatı ile koroner bypass adı verilen işlem uygulanır. Bypass işlemi vücudun başka bir bölgesinden alınan damarın tıkalı damar kısmına köprü şeklinde bağlanması şeklinde uygulanır.
 
KALP KAPAĞI (AORT, MİTRAL, TRİKÜSPİT VE PULMONER) TAMİR VE DEĞİŞİM AMELİYATLARI
Kalp kapakçıklarında yetmezlik ya da darlık olması durumunda ilgili kapağa tamir ya da değişim ameliyatları uygulanması gerekebilir. Değişim işleminde suni ya da hayvanlardan elde edilen biyolojik kalp kapakçıkları kullanılır. Suni kapakçıklar daha dayanıklıdır fakat pıhtıya neden olabileceğinden ömür boyu pıhtı önleyici ilaç kullanımı gerektirir. Bu ilaçlar kanama riski oluşturabilir. Biyolojik kapaklarda ilaç kullanımı gerekmez fakat kapağın ömrü daha kısadır ve 7-8 yıl sonra yeni bir ameliyatla değiştirilmesi gerekir.
 
KALP KAPAK CERRAHİSİ
Kalp odacıkları arasında bulunan kapakçıklara uygulanan cerrahi işlemlerdir. Kalp kapak cerrahisi genel anestezi altında kalp ve damar cerrahları tarafından yapılır. Zorlu bir ameliyattır ve göğüs kafesi açılarak gerçekleştirilir. Ameliyat sırasında hasarlı kalp kapakçığı tamir edilir ya da değiştirilir.
 
AORT ANEVRİZMASI AMELİYATLARI (ASENDEN, ARCUS AORT ANEVRİZMASI TAMİRLERİ)
Aorta kalpten çıkan ve vücuda temiz kanı dağıtan ana atardamardır. Vücuda giden kanın tamamı kalpten bu damar yoluyla vücuda pompalanır. Aortun kalpten çıktığı kısma asendan aorta ve hemen devamında kavis yaptığı kısma arkus aorta denir. Aort damarının bu bölgelerinde anevrizma adı verilen kese şeklindeki anormal genişlemeler sıktır. Anevrizmaların yırtılma tehlikesi nedeniyle cerrahi olarak tedavi edilmesi gerekir.
 
SOL VENTRİKÜL ANEVRİZMA TAMİRLERİ
​​​​​​Sol Ventrikül Anevrizması kalbin sol alt odacığı olan sol ventrikül kasının bir bölümünde balon şeklinde keseleşme olmasıdır. Keseleşen kalp kası kasılamaz ve kalbin pompalama fonksiyonuna katkı sağlayamaz. Ayrıca burada pıhtı oluşabilir ve kalpte ritim bozuklukları görülebilir. Sol ventrikül anevrizma tamirleri anevrizmanın boyutuna ve özelliğine göre farklı cerrahi tekniklerle yapılır.
 
KÜÇÜK KESİLERLE BY-PASS İÇİN DAMAR ÇIKARMA 
Stent ve balon gibi tedavi yöntemleri kullanılarak açılması mümkün olmayan koroner damarlar (kalbi besleyen damarlar) by-pass adı verilen yöntemle tedavi edilir. Bypass yönteminde kişinin kol, bacak gibi başka vücut bölgelerinden alınan damarlar kullanılır. Klasik damar alma işleminde kişinin kol ve bacaklarına büyük kesiler açılması gerekir. Buna karşın endoskopik yöntemle küçük kesiler yardımıyla damar çıkarmak mümkündür. Endoskopik yöntemle hem yara izi daha küçük olur hem de iyileşme süreci daha hızlıdır.
 
KÜÇÜK KESİLERLE KALP AMELİYATLARI 
Tıptaki ilerlemelerle birlikte günümüzde vücudun görünmeyen bölgelerine açılan küçük kesiler yoluyla kalp ameliyatları yapılabilmektedir. Bu tür ameliyatlara minimal invaziv cerrahi denir. Klasik açık kalp ameliyatlarında sternum adı verilen göğüs kemiği kesilir ve bu da birçok olumsuz komplikasyona neden olabilir. Küçük kesilerle yapılan cerrahide bu kemik kesilmediği için olumsuz etkiler daha azdır. Kesi yaraları küçük olduğu için iyileşme ve gündelik hayata dönüş daha hızlıdır.
 
KALP TÜMÖRLERİNİN ÇIKARILMASI 
Kalp tümörleri, kalpten kaynaklanan ya da kalp dışındaki organlardan sıçrayan iyi ya da kötü huylu kitlesel yapılardır. Yetişkinlerde en sık görülen iyi huylu kalp tümörü miksoma, kötü huylu kalp tümörü ise anjiyosarkom ve rabdomiyosarkomdur.
 
Bunların cerrahi tedavisi ameliyatla tümöral dokunun çıkarılması şekilde yapılır. Cerrahi işlem klasik yöntem dışında özellikle kadınlarda minimal invaziv cerrahi olarak adlandırılan meme altından açılan küçük kesiler yoluyla da yapılmaktadır.
 
KVC PERİFERİK DAMAR CERRAHİSİ
Periferik arter, kalp ve beyin dışındaki vücuttaki diğer tüm doku ve organlarını besleyen atar damarlara verilen isimdir. Periferik damar hastalıkları bu damarlarda darlık ya da tıkanıklık sonucu oluşan hastalıklardır ve genellikle bacak damar hastalığı için kullanılır. Periferik damar hastalığı tedavisinde periferik bypass ya da endarterektomi adı verilen cerrahi yöntemler kullanılır. Bypass cerrahisinde vücudun başka bölgelerinden alınan ya da suni bir damar ile tıkalı damara köprü yapılarak kan akışı yeniden sağlanır. Endarterektomide ise ilgili damardaki tıkanmaya yol açan plak tabakası temizlenir.
 
MİNİMAL İNVAZİV KALP-DAMAR CERRAHİSİ
Minimal invaziv kalp-damar cerrahisi, küçük kesiler kullanılarak yapılan ve hastaya en az zarar veren, kalbini en az yoran ve hastanın en hızlı iyileştiği ameliyat yöntemine denir. Minimal invaziv kalp-damar cerrahisinde travmanın, kan kaybının, ameliyat sonrası ağrının, iyileşme süresinin, enfeksiyon riskinin azaltılması ve daha iyi bir kozmetik görünüm amaçlanır.
TRG Uluslararası Sağlık’ın anlaşma hastanelerinin; Kulak Burun Boğaz (KBB) bölümlerinde  multidisipliner işbirliği içinde baş boyun tümörlerini ve denge sorunlarını tedavi etmektedir.
 
Bölümlerde orta kulak, kulak zarı ve yüz sinirlerinin hastalıkları ile orta kulak ile beyin arasında oluşan hastalıkları tedavi etmektedir. Koklear implantlar işitme kaybının üstesinden gelmek için kullanılır.
 
Dış, orta, iç kulak ve merkezi işitsel yolların tüm hastalıklarının tedavisiyle ilgilenen Otoloji/Nöroloji adı altında tedavi edilen hastalıklar:
  • Doğumsal işitme kayıpları
  • Kulak tümörleri
  • Kulak zar delikleri
  • Orta kulak iltihabı
  • Dış kulak yolu iltihabı
  • Otoskleroz
  • Yüz felci
  • Çınlama
  • Baş dönmesi
 
RİNOLOJİ (BURUN VE SİNÜS HASTALIKLARI)
Kulak Burun Boğaz bölümünde; poliklinik, laboratuvar, endoskopik görüntüler, radyolojik tetkikler, ileri teknoloji tarama testleri ve ameliyathaneler ile hastalarımızın ayaktan ve yatarak tedavi süreci yürütülmektedir. Sinüzit, bademcik iltihabı, uyku apnesi, burun alerjileri gibi rahatsızlıkların yanı sıra baş ve boyun tümörleri de Kulak Burun Boğaz bölümünün ilgi alanlarına girmektedir.
 
Stomatoloji ve Orofarenks Hastalıkları,
 
STOMATOLOJİ VE OROFARENKS HASTALIKLARI
• Ağız İçinin iltihabi, kistik ve tümöral hastalıkları
• Bademciklerin ve geniz etinin iltihapları ve büyümeleri
• Horlama sebepleri ve tedavileri
 
LARENGOLOJİ
• Ses teli ve civarının iltihabi hastalıkları(Larenjitler), ses teli nodüller, gırtlak kanserleri
• Konuşma bozuklukları
 
Baş ve Boyun Cerrahisi Hastalıları
• Tükürük bezlerinin (kulak önü, çene altı ve dilaltı) iltihabi hastalıkları ve tümöral şişlikleri, tiroid bezi cerrahisi; boyundaki kitlelere (şişlik) yaklaşım onların sebeplerinin aranması ve gerekirse ameliyatla tedavileri, tiroglossal kistlerin ve sinüslerin tedavileri. Baş-boyun bölgesinin tüm kanserleri orofarenks (ağız içi), dil, çene
 
Maksillofasial ve Fasial Plastik Cerrahi
• Burun estetiği, kepçe kulak benzeri estetik operasyonlar
• Alt ve üst çene kırıklarının cerrahi tedavileri, çene ve yüz kemiklerinin hastalıkları ve tedavisi
Nefroloji, böbrek hastalıkları ile ilgilenen tıbbi bilim dalıdır. İç hastalıklarının bir yan dalı olan Nefroloji kliniklerinde 6 yıllık tıp fakültesinden mezun olan, 4 yıl iç hastalıkları uzmanlığını tamamladıktan sonra 3 yıl da nefroloji alanında uzmanlaşan Nefroloji uzmanları görev yapar. Nefroloji kliniklerinde akut böbrek yetmezliği, kronik böbrek yetmezliği, kistik böbrek hastalıkları, nefrit (böbrek iltihabı) hipertansiyon, elektrolit bozuklukları, idrarda kan bulunması ve idrarda protein kaybı gibi hastalıkların tedavileri gerçekleştirilir.
 
Nefroloji kliniklerimizde kronik diyaliz hastalarına veya acil diyaliz gerektiren hastalara hemodiyaliz hizmeti verilir. Son teknolojiye sahip hemodiyaliz makineleriyle hastaya özel tedavi seçenekleri sunulur. Organ nakli gereken hastalar ise her türlü hazırlıkları yapıldıktan sonra ilgili merkezlere yönlendirilir.
 
Nefroloji kliniklerinde uygulanan başlıca tanı ve tedavi yöntemleri şunlardır:
 
Böbrek Anjiyografisi ve Anjiyoplasti
Yüksek tansiyon ve böbrek yetmezliği gelişimi olan hastaların önemli bir kısmında böbrek damar darlığına rastlanır. Tıpkı kalp damarlarında olduğu gibi böbrek damarlarında da tanı ve tedavi amacıyla anjiyografi uygulanır. Yapılan muayeneler sonucunda böbrek damarlarında darlık olduğu tespit edilen radyolojik görüntüleme tekniklerinin de incelenmesi ile birlikte hastanın uygun nitelikte olması durumunda stent ve balon anjiyoplasti tedavileri uygulanabilir.
 
Hemodiyaliz İşlemi
Böbrekleri yeterli düzeyde çalışmayan böbrek yetmezliği hastalarında kanda bulunan su, elektrolitler ve bazı atıklar vücuttan uzaklaştırılamadığı için kanda birikir. Bu hastalarda böbreklerin işlevi hemodiyaliz ile yerine getirilir. Bu işlem ile kan alınarak hemodiyaliz cihazı içerisinde bulunan diyaliz sıvısıyla arasında yarı geçirgen bir zar olacak şekilde diyalizörden geçirilir. Bu sırada kandan uzaklaştırılması gereken zararlı maddeler, kandan daha düşük yoğunluğa sahip olan diyaliz sıvısına geçer ve temizlenmiş olan kan yeniden vücuda verilir. Bu işlem kolda bulunan atardamar ile toplardamar arasına yerleştirilen fistül kullanılarak gerçekleştirilir. Fistül bir operasyon yardımıyla kola yerleştirilir ve diyaliz işleminin fistül kullanılarak yapılabilmesi için operasyonun üzerinden 3-4 haftalık bir süreç geçmiş olmalıdır. Bu süreyi bekleyemeyecek olan ve acil olarak hemodiyaliz alması gereken hastalarda geçici olarak boyun, kasık gibi bölgelerdeki toplardamarlardan açılacak olan kateterler yardımıyla diyaliz gerçekleştirilir.
 
Hemodiyafiltrasyon İşlemleri
Kanda yüksek yoğunlukta olan maddelerin düşük yoğunluklu olan diyaliz sıvısına difüzyon yerine konveksiyon yöntemiyle taşınması, ultrafiltrasyon olarak adlandırılır. Ultrafiltrasyon yöntemi ile fazla su, elektrolit yükü ve difüzyon ile diyaliz sıvısına geçiş yapamayan büyük moleküllü bazı atıklar kandan uzaklaştırılabilir. Ultrafiltrasyon ile hemodiyaliz işleminin bir arada yapılması hemodiyafiltrasyon olarak adlandırılır. Özellikle idrar çıkışı olmayan ileri derece kronik böbrek yetmezliği hastalarında hemodiyafiltrasyon işlemi uygulanır.
 
24 Saatlik İdrar Analizi
24 saat boyunca tüm idrarın toplanarak inceleme için laboratuvara verilmesi şeklinde uygulanan tanı testi, 24 saatlik idrar analizi olarak adlandırılır. Nefroloji kliniklerinde sıklıkla istenen bu test ile idrardaki miktar olarak değişken maddelerin araştırılması hedeflenir. Bu test ile rastgele bir idrar örneği ile tespit edilemeyecek olan nefrolojik bozukluklar daha net bir şekilde görülebilir.
 
24 Saatlik Kan Basıncı İzlemi
Kalp hastalıkları ve hipertansiyonda kan basıncında bir gün içersinde meydana gelen düşüş ve yükselmelerin görülebilmesi için 24 saatlik kan basıncı tetkiki uygulanabilir. Bu tetkik, tansiyon holteri adlı cihaz yardımıyla yapılır. Holter takılan hastalarda 24 saat boyunca tansiyondaki değişimler cihaz tarafından kaydedilir. Bu sayede hastalar ev ortamında günlük işlerini yaparken, uyurken veya dinlenirken yaşadıkları anlık ölçümlerle tespit edilemeyecek kan basıncı değişiklikleri hakkında bilgi sahibi olunabilir.
 
Voiding Sisto-Üreterografi
Voiding Sisto-Üreterografi (VSUG), alt üriner sistem ve mesanenin X ışınları yardımıyla görüntülerek değerlendirilebilmesini sağlayan bir tıbbi görüntüleme tekniğidir. Uygulamanın yapılabilmesi için idrar yoluna takılan sonda yardımıyla mesane içerisine bir boyar madde enjekte edilir. Bu sayede idrar yapma esnasında idrar yolları net bir şekilde görüntülebilir, olası idrar yolu hastalıklarınin tespitine ilişkin değerlendirmeler yapılabilir.
 
Otoantikor Testleri
Böbrek transplantasyonu (böbrek nakli) yapılan hastalarda vücudun nakledilen organı kabul edip etmediğinin araştırılmasına yönelik yapılan testlerde otoantikorlar incelenir. Vücut, nakledilen organa karşı savunma sistemi geliştirerek antikor üretir. Anti-HLA antikorları olarak da bilinen bu otoantikorlar transplantasyon sonrası süreçte sürekli olarak takip edilir.
 
Geçici ve Kalıcı Hemodiyaliz Katateri Takılma Operasyonu
Hemodiyaliz işlemleri kolda işlem için uygun olan bir atardamar ve toplardamar arasına takılan fistül yardımıyla gerçekleştirilir. Operasyonla koluna fistül takılan hastalarda fistülün kullanılabilir hale gelmesinin beklendiği iyileşme süreci tamamlanana dek geçici olarak boyun, göğüs ve kasık gibi bölgelerden takılan kateterler yardımıyla hemodiyaliz uygulanır. Cerrahi operasyonla fistül takılmasının önünde herhangi bir engel bulunan hastalarda ise diyaliz işlemi kalıcı olarak kateter kullanılarak gerçekleştirilir. Her iki durumda da kateter bir cerrahi operasyonla takılır. İşlem sonrasında ve kateterin kullanıldığı süreç boyunca enfeksiyon riskine karşı gereken önlemler alınmalı, kateterin durumu sürekli olarak kontrol edilmelidir.
 
Siklosporin ve Tacrolimus Düzeylerinin Takibi
Böbrek nakli sonrasında nakledilen organın vücut tarafından kabul edilmesi ve vücudun organa karşı antikor üretmesinin engellenmesi amacıyla bağışıklık sistemini baskılayıcı ilaçlar kullanılır. Bunlardan en yaygın şekilde kullanılanları Siklosporin ve Tacrolimus’tur. Her ikisi de, bir tür akyuvar olan T hücrelerinin işlevini engelleyerek etkisini gösterir. İlacın yüksek dozda alınması ellerde titreme (tremor) sorunu ve birtakım farklı yan etkiler oluştururken düşük dozda alınması ile organın reddedilmesine yol açabilir. Böbrek transplantasyonu yapılan hastalarda bu ilaçların kandaki düzeyleri düzenli aralıklarla kontrol edilir.
 
Protein Elektroforezi ve İmmünofiksasyon Elektroforezi
Böbrek yetmezliği ve nefrotik sendrom gibi böbrek hastalarında uygulanan protein elektroforezi, serum ya da idrarda bulunan proteinlerin fiziksel özelliklerine göre ayırt edilmesini sağlar. Bu yöntemle serum ve idrardaki proteinler albumin ve globülin türlerine göre ayrılabilir. Bu protein alt türlerinin bazılarının artması, bazılarınınsa azalması böbrek hastalıklarını işaret eder, bu hastalıkların tanı ve takip süreçlerinde değerlendirilir. Bir diğer elektroforez olan immünofiksasyon elektroforezi ise immünglobülinlerin ayrıştırılmasında kullanılır.
 
Transplantasyon Hazırlığı
Böbrek transplantasyonu öncesinde bazı hazırlıklar yapılmalıdır. Kadavradan yapılacak nakillerde sürecin çok kısıtlı olmasından dolayı operasyonun bir an önce gerçekleştirilmesi gerekir ve bu nedenle hazırlık için yeterli vakit yoktur. Nakledilecek olan organ canlı bir vericiden alınacaksa alıcı ve vericinin muayene edilmesi, tetkikler yapılması ve sonuçlarının değerlendirilmesi gerekir. Bu süreçte hem alıcının hem de vericinin kullanması gereken ilaçlar olabilir. Muayene ve tetkiklerin sonucunda herhangi bir pürüzün oluşmaması durumunda 3-4 gün gibi bir süre içerisinde transplantasyon hazırlıkları tamamlanır ve operasyon gerçekleştirilir. Tüm organ nakillerinde olduğu gibi böbrek naklinde de işlem yalnızca operasyon ile sınırlı değildir. Hem alıcı hem de verici ömür boyu takip ve tedavi altında tutulmalıdır. Özellikle alıcı hastada organın vücut tarafından reddedilmesinin önlenebilmesi için ömür boyu devam eden bir ilaç tedavisi uygulanır. Vericide de tek böbrek ile yaşamın devam ettirilecek olması nedeniyle böbrek sağlığına ilişkin kontrollerinin daha sık aralıklarla uygulanması gerekir.
 
Eğer siz de nefroloji kliniklerinin uzmanlık alanına giren bir böbrek hastalığına sahipseniz muayene olmak üzere nefroloji kliniklerimize başvurabilirsiniz. Son teknoloji ekipmanlar kullanılarak yapılan tanı testleri ve tedavi uygulamaları ile hastalığınıza ilişkin tedavileri alabilir, hekiminizin önereceği plan çerçevesinde tedavi ve kontrol süreçlerinizi planlayabilirsiniz.
Beyin Damar Hastalıkları,
 
Beyindeki damarların bazı patolojik durumlardan dolayı tıkanmasına, daralmasına veya yırtılma durumlarına beyin damar hastalıkları denir. Aynı zamanda bu hastalıklar için stroke, inme ve serebrovasküler hastalık gibi isimlerde söylenebilir. Beyin vücudumuzda çok önemli bir yere ve göreve sahip olduğu için beyinde oluşacak hastalıkların önemli derecede büyük sorunlara yer açabilir. Beyinde oluşacak sorunlar ile insanlarda felç (pleji) veya kısmi felç (parezi),bilinç bozukluğu, görme bozukluğu, denge bozukluğu, konuşma bozuklukları (afazi) gibi sorunlar ortaya çıkabilir. Beyin damar hastalıkları dünyada ölüm sebebi olarak ilk üçe girmektedir. Ve Morbidite denilen hastalık sonrası hasar bırakma konusunda da ilk sırada yer almaktadır. Beyin her şeyin kontrol edildiği bir yer olduğu için beyinle ilgili hastalıklarda sonradan hastalarda kalıcı veya geçici hasarlar bırakmaktadır.
 
Epilepsi,
 
Halk arasında “sara hastalığı” olarak da epilepsi, beynin bir bölgesindeki hücrelerin anormal elektrik sinyali yollamasıyla ortaya çıkar. Ülkemiz nüfusunun yaklaşık yüzde 1’inin epilepsi hastası olduğu biliniyor.
 
Sara (Epilepsi), kronik bir hastalıktır. Doğum sırasında ya da daha sonra herhangi bir nedenle beyin hasarı yaşayan kişilerde gelişir.
En bilinen şekliyle epilepsi nöbetleri ile kendini belli eder. Epilepsi nöbetleri, ani şekilde ortaya çıkar ve beynin tümüne ya da belirli bir bölümüne yayılır. Nöbet tipleri beynin hangi bölgesinde başladığına göre değişir. Bazı epilepsi nöbetinde bilinç kaybı, kontrolsüz vücut harekeleri olabileceği gibi, bazı nöbetlerde belirtiler silik hissedilir.
 
Çoğu nöbet 30 saniye-2 dakika arasında sürer. Beş dakikadan uzun süren bir nöbet varsa acil tıbbi yardım alınması gerekir.
Bazı epilepsi nöbetleri; uyuşukluk, hantal davranışlar, garip tat ve kokular alma,   bozulan zaman ve mekan duygusu, az konuşma ve çok yavaş hareket etme şeklinde de ortaya çıkabilir.  Çoğu zaman, hastalar meydana gelen nöbetin sadece kısmen farkındadır.
 
Epilepsi hastalığı tanısı koymak için kişinin en az iki kez nöbet geçirmiş olması gerekir. Beyin travmaları, tümörler vb. beyinde hasara neden olacak durumlar bu hastalığa olabilir. Genetik etkenler de hastalıkta rol oynar.
Epilepsi nöbetleri sırasında ne yapmalı?
 
Epilepsi nöbeti geçiren kişinin, dilini ısırmasını önlemek için ağzına sert bir cisim yerleştirmek yanlıştır. Sert cisim hastanın dişlerini kırabilir ya da boğazını tıkayarak nefes almasını engelleyebilir.
Bu nedenle epilepsi nöbeti sırasında hasta yan yatırılmalıdır. Bu sayede nöbet sırasında salya ya da kusma varsa hastanın boğazına kaçması önlenir. Başını çarpmaması için altına yastık/destek konulmalı, çevresindeki zarar verici eşyalar uzaklaştırılmalı ve gözlükleri çıkarılmalıdır. Ayrıca kişinin etrafı boş bırakılarak rahat nefes alması sağlanmalıdır.
 
Baş ağrısı,
 
Baş ağrısı toplumda en sık görülen şikâyetlerin başında gelir. Baş ağrısı şikâyeti olanların oranı toplumda yüzde 90’lara ulaşır. Tüm baş ağrılarının yüzde 90’ını ise migren ve gerilim tipi baş ağrıları oluşturur.
 
Baş ağrılarının kaç tipi var?
Uluslararası Baş ağrısı Derneği baş ağrılarını 14 ana grup ve yüzlerce alt grup olarak sınıflandırmıştır. Doğrudan doğruya baş ağrısı tablosuyla ortaya çıkan, başka bir hastalıkla ilişkisi olmayan baş ağrıları primer baş ağrılarıdır. Bunlar migren, gerilim tipi ve küme baş ağrılarıdır. Sekonder baş ağrıları ise yüzde 10 oranında görülen, nedeni belli bir hastalığa bağlı olarak, beyin damar hastalıkları, sinir sistemi hastalıkları, beyin tümörleri, göz hastalıkları, sinüzit, menenjit gibi hastalıkların seyri sırasında ortaya çıkan baş ağrılarıdır.
 
Demans, 
 
Demans tek bir hastalık ismi olmayıp, bellek ve benzeri zihinsel yeteneklerin bozukluğu ile giden hastalıkların hepsine verilen genel isimdir. Bu hastalıkların hepsi beyinde bir takım değişikliklere neden olarak hastalıklara ait özgü bulguları ortaya çıkarır.
Demans hastalıkları yaşlanan beynin beklenen ve mutlak bir durumu değildir. Alzheimer hastalığı tüm demansların %60’ından fazlasını oluşturur. Bir inme (felç) sonrası ortaya çıkan ‘vasküler demans’ ise demansın en sık görülen ikinci tipidir.
Demans olarak tanı konulan bazı hastalıklar kesin tedavisi olmayan ve bir daha eski hale dönmeyi imkansız kılan hastalıklar iken (Alzheimer gibi), bazıları tedavi ile düzelebilen hastalıklardır (Tiroid hastalıkları, vitamin eksikliği gibi).
 
Hareket Bozuklukları,
 
Hareket bozuklukları, bir duyu veya kuvvet kusuru olmaksızın hareketlerde bozulma, yavaşlama ya da istemsiz aşırı hareketlerle ortaya çıkan rahatsızlıklardır. Beyinde ‘bazal çekirdekler’ denilen bir grup yapının fonksiyon bozukluğuna bağlı oluşan hastalıkları kapsar.
Bu hastalıklar;
• Parkinson Hastalığı
• Esansiyel Tremor ve diğer tremor çeşitleri
• Distoni
• Huzursuz Bacak Sendromu
• Parkinson Plus Sendromlar (Multi Sistem Atrofi, Progresif Supranükleer Palsi)
• Tardive Sendromlar
• Koreler
• Huntington Hastalığı
• Paroksismal diskineziler
• Miyokloniler
• Tik Bozuklukları ve Tourette Sendromu
• Wilson Hastalığı
• Fonksiyonel Hareket Bozuklukları
 
Uyku Bozuklukları,
 
Uyku günlük yaşamın bir sure için kesintiye uğraması ya da boşa geçen zaman değildir. Zihinsel ve fiziksel sağlığımızı her gün yenilememiz için önemli olan ve yaşamımızın üçte birini kapsayan aktif bir dönemdir.
Yaklaşık 85 türde uyku hastalığı vardır. Çoğu yaşam kalitesinin azalmasına ve kişinin sağlığında bozulmaya neden olur. Uyku bozuklukları trafik ve mesleki kazalara neden olabilmesi nedeniyle bir halk sağlığı sorunudur. Bazı uyku bozuklukları uykuya dalma veya sürdürme güçlüğüne yol açar. Diğer uyku bozuklukları gündüz aşırı uykululuğa neden olur. Vücudun biyolojik saati ile ilgili sorunlar kişilerin günün yanlış zamanında uykulu olmasına neden olur. Uykuda yürüme, altını ıslatma, kabuslar ve diğer sorunlar da uykuyu kesintiye uğratabilir. Bazı uyku hastalıkları ise yaşamı tehdit edici boyuttadır.
 
Kas Hastalıkları, 
 
Kas hastalığı (Distrofisi) nedir?
Tıp dilinde kas hastalıklarına kas distrofisi denir. Distrofi kelimesi Antik Yunancadaki kötü, hastalıklı anlamına gelen dis ve  beslenme, gelişme anlamına gelen trofi kelimelerinin birleşmesiyle türetilmiştir. Kas distrofilerin (musküler distrofilerin) kesin bir tedavisi yoktur. Ancak ilaçlar ve terapiler, belirtileri yönetmeye ve hastalığın seyrini yavaşlatmaya yardımcı olabilir. Kas distrofisinin sizi veya çocuğunuzu nasıl etkileyeceği türüne bağlıdır. Çoğu insanın durumu zamanla kötüleşir ve bazı insanlar yürüme, konuşma veya kendilerine bakma becerisini kaybedebilir. Fakat bu herkesin başına gelen bir durum değildir. Kas hastalığı olan bazı insanlar yıllarca hafif semptomlarla yaşayabilir.
30’dan fazla kas türü distrofisi bulunur ve bu distrofilerin her biri aşağıdaki özelliklere göre değişiklik gösterebilir:
• Hastalığa neden olan genler,
• Etkilenen kaslar,
• Semptomların ilk ortaya çıktığı yaş,
• Hastalığın ilerleyiş hızı.
 
Polisomnografi (Uyku Tetkiki),
 
Yaşam süresinin üçte birini oluşturan uyku, yeterli ve düzenli olmadığı takdirde birçok sağlık sorunu ortaya çıkabiliyor. Kişide uyku bozuklukları, obezite, hipertansiyon, diyabet, kalp krizi veya inme gibi çeşitli ciddi sağlık sorunları görülebiliyor. Uyku testi yani polisomnografi, uyku sırasında kişinin farkında olmadan horlama, uykuda nefes durması, uykuda periyodik bacak hareketleri, uykuda yeme bozukluğu, uykuda epilepsi nöbetleri, uykuda diş sıkma gibi birçok sorunun belirlenmesinde önemli rol oynuyor. Ayrıca evde de yapılabilen (poligrafi) uyku testinin sonucunda daha net teşhis konulabiliyor. 
Polisomnografi yani uyku testi, uykunun kalitesini belirlemek ve uyku bozukluğunun nedeni bulmak için bütün gece boyunca cihazlar yardımıyla kayıt yapılarak yapılan bir işlemdir. Bu kayıtlar sonucunda, özellikle beyin dalgaları, uykunun derinliği, solunumun ritmi ile derinliği, horlama sıklığı ve düzeyi, solunum durması ve süresi, kandaki oksijen düzeyi, vücut hareketleri ve değişen yatma pozisyonu ile kalp ritmi ölçülür.
 
EEG-EMG,
 
Elektromiyografi kelimesinin kısaltması olarak EMG kullanılır. Kasların ve sinirlerin potansiyellerinin incelenmesini içeren bir nörolojik tetkik uygulamasıdır. EMG tetkikinde sinir iletim sisteminin çalışma kısmına elektriksel bir uyarı gönderilir. Bu uyarı bir iğne ile gerçekleştirilir. Tek kullanımlık olan bu iğne ile elektrotlar ölçülür. Kas aktivite uyarımı ile sinir sistemi ölçümü gerçekleştirilir.
EEG ise beyin fonksiyonlarını ölçülmesi için yapılan bir tetkiktir. Beyinsel rahatsızlıklarında ve omurilik hastalıklarında tespit ve tanı için yapılır.  EEG – EMG hizmetleri tam teşekküllü hastanelerde ve büyük tıp merkezlerinde yapılmaktadır.
Nükleer tıp, pek çok hastalığın tanı ve tedavisi için radyoaktif izotopların kullanıldığı bilim dalıdır. Organ fonksiyonlarının değerlendirilmesi için radyoaktif maddelerin kullanıldığı nükleer tıp bölümü, hastalıkların erken tanısının koyulması ve uygun tedavinin düzenlenmesinde önemli bir yere sahiptir. Gelişmiş görüntüleme cihazları ve teknikleri, özellikle onkoloji, kardiyoloji, kalp damar cerrahisi ve nöroloji bölümlerince yaygın olarak kullanılır. Nükleer tıp yöntemleri, tiroit, endokrin sistem, böbrek, genital sistem, mide, bağırsak, karaciğer, safra yolları, kanser ve diğer pek çok hastalığın tanısında da kullanılır.
 
Nükleer tıp uygulamalarında kemik, doku ya da organların görüntülenmesi, damar ya da ağız yoluyla alınan farmasötikler ya da farklı bir deyişle hastaya verilen bir takım özel ilaçlar ile yapılır. Her doku ve sistem için özel olarak verilen farmasötikler, tanı için kullanıldığında gama ışını yayarak gama kamerası tarafından görünür hâle gelir. Böylece radyoaktif madde ile işaretlenen molekülün, nerede ve ne düzeyde olduğu rahatlıkla görülebilir. Tedavi amacıyla vücuda verilen radyoaktif maddeler ise beta ışını yayar. Böylece kemik, doku ve organ içinde yer alan tümör gibi istenmeyen dokuları deforme ederek hastanın sağlığına kavuşması amaçlanır.
 
Nükleer Tıp Nedir, Ne işe Yarar?
Nükleer tıp, vücudun önceden belirlenen bölgesinin görüntülenmesi ve gerektiğinde ilgili doku, kemik ya da organda bulunan tümör benzeri oluşumların yok edilmesi ile ilgilenen bilim dalıdır. Organ, kemik ve dokuların yapı ve fonksiyonelliği hakkında bilgi sunan nükleer tıp yöntemleri, pek çok önemli hastalığın tanı ve tedavisinde kullanılır. Nükleer görüntüleme yöntemlerinde düşük miktarda radyoaktif madde ve radyofarmasötik kullanılır. Farmasötik, vücuda verildiğinde ilgili dokuya bağlanan maddelerdir. Radyoaktif madde ile bağlandığında ise radyofarmasötik olarak tanımlanır ve radyoaktiviteye bağlı olarak gama ışınlarının yayılmasına yol açar. Bilgisayara bağlı özel kameralar tarafından görüntülenen bu ışımalar, vücudun görüntülenen kısmı hakkında ayrıntılı bilgi sunar. Pek çok kanser türü, kalp sağlığı, endokrin, gastrointestinal ve nörolojik bozuklukların yanı sıra vücutta bulunan diğer anormalliklerin tanısının koyulması, şiddetinin belirlenmesi ve tedavi edilmesi için kişiye düşük miktarda radyoaktif madde verilmesiyle vücut içindeki moleküler aktivitenin yeri kesin olarak belirlenir. Bu nedenle nükleer tıp yöntemleri ile pek çok farklı hastalığın henüz kişiyi etkileyen semptomları ortaya çıkmadan teşhisi koyulabilir ve hastalık tedavi edilebilir. PET/CT ve SPECT/BT gibi cihazların kullanıldığı nükleer tıp bölümü hekimleri, 6 yıl tıp fakültesi eğitiminin ardından 4 yıl da nükleer tıp alanında uzmanlık eğitimi alır.
 
PET/CT Nedir?
Pozitron emisyon tomografisi (PET) ile bilgisayarlı tomografi (CT)’nin birleştirilerek kullanıldığı PET/CT (Pozitron Emisyon Tomografi & Computed Tomography) teknolojisi, dünya çapında kullanılan ileri teknoloji tıbbi görüntüleme yöntemidir. PET, vücudun metabolik ve fizyolojik açıdan değerlendirmesini sağlayan tarama yöntemiyken CT, vücuttaki anatomik değişimlerin belirlenmesini sağlar. PET/CT, çoğunlukla kanserin tanı ve evrelenmesinde ya da farklı bir deyişle yaygınlığın belirlenmesinde kullanılsa da kalp krizi geçiren kişinin kalp kasında canlı doku varlığının belirlenmesine, epilepsi odağının saptanmasına ve Alzheimer gibi hastalıkların erken safhada yakalanmasına olanak tanır. Tüm bunların yanı sıra nedeni bilinmeyen ateş gibi hastalıkların tanısı ve enfeksiyon odaklarının bulunması için de kullanılır. PET/CT, hastalığın nerede ve ne zaman oluştuğu hakkında kesin bilgi sunar. Bu yüzden PET/CT tetkiki sonrasında tedavi yaklaşımı değişebilir ve gereksiz cerrahi girişimler önlenir. Bazı vakalarda ise PET/CT sonucuna göre yayılım olmayan hastalarda ilaçlı tedavi yerine ameliyatla tümörün çıkarılmasına karar verilebilir. PET/CT,  kanser ilaçlarına karşı vücudun verdiği yanıtın izlenmesi için de kullanılır. İlgili bölgedeki yapısal değişim ve hücresel aktivite sayısal açıdan değerlendirilir.
 
PET/CT Nasıl Uygulanır?
İşlem öncesinde hastanın altı saat boyunca bir şey yiyip içmemesi gerekir. Hastanın açlık durumu kontrol edilir ve kan şekeri ölçümü yapılır. Hasta açsa ve kan şekeri uygun düzeydeyse hastaya damar yolundan, ağızdan ya da enjeksiyonla radyofarmasötik madde verilir. Bu ilaç şekerden oluşur. Şeker kullanılmasının temel sebebi, dışarıya sinyal veren radyoizotoplarla bağlanmasıdır. Radyoizotoplu şeker, kanser hücrelerinin çok fazla şeker kullanmasından dolayı en küçük kanser hücrelerinin dahi içine girer. İlacın vücuda yayılması için 45 dakika ile 1 saat arası bir süre beklendikten sonra hasta, PET/CT cihazına alınır. Çekim başladığında hastanın üzerinde yattığı yatak, hafifçe hareket eder ve ilgili bölgenin ayrıntılı görüntülemesi yapılır. Bu işlem yaklaşık 35 ile 45 dakika arasında sürer ve bu süre boyunca hastanın sırt üstü yatar pozisyonda olması gerekir. Çekim, MR gibi kapalı bir cihaz içinde yapılmadığından, kapalı yerde kalma korkusu olan hastalar için de işlem sorunsuz bir şekilde tamamlanır. PET/CT çekimi sırasında kişinin hareket etmemesi gerekir. Eğer hasta hareket etmişse çekim işlemi tekrarlanır. Bu işlemde olduğu gibi diğer nükleer tıp uygulamalarında da kişi düşük oranda radyasyona maruz kalır. Vücutta birikime yol açmayan radyoaktif maddeler, kendiliğinden, idrar, ter ve dışkı yoluyla vücuttan atılır. Hastaların 12 saat boyunca hamilelerden ve küçük çocuklardan uzak durması önerilir.
 
PET/CT Öncesi Nelere Dikkat Edilmelidir?
Diyabet hastalarının, gebelerin ve emziren annelerin PET/CT çekimi için randevu oluşturmadan önce hekimi mevcut durumları hakkında bilgilendirmesi son derece önemlidir. PET/CT çekiminden önceki gün, kişinin egzersiz yapmaması ve yorucu fiziksel aktivitelerden kaçınması önerilir. Hekim, su tüketimi ile ilgili olarak kısıtlama yapmadıysa 8- 10 bardak kadar su içilmelidir. PET/CT öncesinde kişinin 6 saat boyunca aç kalması gerekir. Ayrıca görüntü kalitesinin etkilenmemesi için hasta işlem öncesinde soğuğa maruz kalmamalıdır. Her hasta için özel olarak hazırlanan radyofarmasötik madde kısa ömürlüdür ve hızla yok olur. Bu yüzden hastanın tam randevu saatinde hastanede olması önemlidir. 
 
Nükleer Tıp Hangi Hastalıkların Tanısında Kullanılır?
Hastaya damar yoluyla, enjeksiyonla ya da oral yolla düşük oranda radyoaktif madde verilmesiyle uygulanan görüntüleme yöntemlerinde hastaya ilaç verilmesinin nedeni, ilacın hedeflenen organ ya da dokuya ulaşarak orada tutulum göstermesidir. İlacın bölgeye tutulum göstermesi ile birlikte doku ya da organ özel kameralarla görüntülenir. Bilgisayara aktarılan görüntüler nükleer tıp uzmanı hekimler tarafından değerlendirilir. Nükleer tıp uygulamaları, pek çok hastalığın tanı ve tedavisinde uygulanır. Bölümlere göre kategorize edilen rahatsızlıklardan bazıları şunlardır:
 
  • Akciğer Rahatsızlıkları: Akciğerde kan pıhtılaşması olarak bilinen pulmoner emboli tanısında uygulanır.
  • Böbrek Rahatsızlıkları: Böbrek enfeksiyonları, böbreklerde idrar kaçağı varlığının araştırılması ve idrar yollarında tıkanıklığın görüntülenmesi için kullanılır.
  • Kalp Rahatsızlıkları: Bazı hipertansiyon vakalarında hastalığın sebebinin araştırılması, koroner arter hastalığının tanısı, bypass cerrahi ile tedavi olanların değerlendirilmesi için uygulanır.
  • Nörolojik Rahatsızlıklar: Beyin, boyun, damar ameliyatlarının yanı sıra Parkinson, epilepsi odağının saptanması, epilepsi amacıyla operasyon planlanan hastaların değerlendirilmesi amacıyla, demans ve bazı felç hastalıklarının tanısında kullanılır.
  • Onkolojik Rahatsızlıklar: Tümör varlığının ve yerinin saptanması, tümör evresinin belirlenmesi, tümörün diğer doku ve organlara sıçrayıp sıçramadığının saptanması ve kanserli kemiklerde ağrı tedavisi için uygulanır.
  • Ortopedik Rahatsızlıklar: Gizli kırıkların ve kemik enfeksiyonlarının saptanması için kullanılır.
  • Diğer Rahatsızlıklar: Guatr, safra kesesi, bağırsak kanaması, yemek borusu ve mide hastalıklarının yanı sıra lenf yollarının incelenmesi, gizli enfeksiyonun saptanması, tükürük bezlerinin değerlendirilmesi için kullanılır.
Sağlıklı bir yaşam için düzenli olarak sağlık taramalarınızı yaptırmayı ihmal etmeyin.

Modern ortopedi ve travmatolojinin kabul ettiği tüm tanı ve tedavi yöntemleri Ortopedi ve Travmatoloji anlaşmalı hastanelerimizde titizlikle uygulanmaktadır. Ortopedi ve Travmatoloji bölümler Türkiye’de ve dünyada sadece tedavi hizmetlerine değil, tıbba da önemli katkılar sağlamıştır. Geniş deneyime sahip akademik kadro, her yıl uluslararası bilimsel kongrelere katılarak elde ettiği önemli çalışmalarla hizmet vermektedir. 

El Cerrahisi ve Diz Cerrahisi
 
Osteoartrit ve kireçlenme gibi kıkırdağın aşındığı veya bazı hastalıklara bağlı diz ekleminin bozulduğu durumlarda diz protezi, uzun yıllardır uygulanan düzeltici bir ameliyattır. Bu ameliyat kıkırdağın bozulmuş olan bölümleri, altındaki kemiğin bir kısmı da içine alınarak çıkarılır ve diz ekleminin bozulmuş olan ekseni düzeltilerek çeşitli metallerden oluşan protezin ekleme yerleştirilmesi ile gerçekleştirilir.
 
Artroplasty ve Artroskopik Cerrahi
 
Artroplasti hastalıklı ve fonksiyonlarını kaybetmiş bir eklemin cerrahi yolla yeniden şekillendirilmesi veya oluşturulmasıyla tekrar iş görebilir hale getirilmesidir. Artroplasti işleminde eklem çevresi kas, ligament ve diğer yumuşak doku fonksiyonlarının restorasyonu hedeflenir.
En basit tabirle anlatılmak istenirse çeşitli nedenlerle hareket bozukluğu, zorluğu olan eklemleri özel cerrahi yöntemler ve gerektiğinde çeşitli amaçlara yönelik protezler kullanarak hareket ve yapılarını yeniden kazandırmayı amaçlayan cerrahidir.
 
Artroskopik (Kapalı) Ayak Bileği Ameliyatları
Artroskopik ayak bileği ameliyatı, ayak bileği eklemindeki sorunları tedavi etmek için artroskop adı verilen fiber optik kamera ve küçük cerrahi aletler kullanan cerrahi bir işlemdir. Çeşitli ayak bileği rahatsızlıklarının tanısı ve tedavisi için uygulanır. Artroskopik ameliyat küçük kesiler ile yapıldığından açık cerrahiye kıyasla daha az enfeksiyon riski taşır ve iyileşme süresi daha kısadır.
Ayak bileğinin kıkırdak lezyonları, yumuşak doku ve kemik sıkışma ağrıları, eklem içinden serbest cisim çıkartma, romatolojik hastalıklarda sinovit temizliği gibi sorunların tedavisinde uygulanır. Ayrıca ciddi derecede burkulmaya bağlı bağ hasarı varsa cerrah hasarın derecesini değerlendirmek ve muhtemelen tedavi etmek için artroskopi yapmayı seçebilir.
 
Omuz ve Dirsek Cerrahisi Tanı Tedavi Hizmetleri
Omuz bölgesindeki kas yırtıkları, sıkışma sendromları, tekrarlayan çıkıklar tümüyle artroskopik cerrahi yöntemleri ile tedavi edilebiliyor. Bu bölgenin kırıklarında da kemik koruyucu yaklaşımın yanı sıra protez uygulamaları da yapılıyor.
Dirsek eklemi doğası gereği hareket kaybına yatkındır. Bu bölgeyi ilgilendiren kırıklar ve kırıklı çıkık gibi kompeks yaralanmalar, klinikte en az hareket kaybı ile tedavi edilebiliyor. Yine dirsek bölgesini ilgilendiren tendinit ve epikondilitler ile sinir sıkışmalarında artroskopik cerrahi yöntemler uygulanıyor.
 
Artroplasty Artropskopi ve Dirsek Cerrahisi
 
Bütün hastaların dirsek eklemi hareketliliğinin düzeltilmesi, ağrılarının dindirilmesi, rahat hareket ettirilmesi ve hastaların tümüyle yaşamsal konforlarının sağlanmasına yönelik atılan tüm cerrahi adımlar, dirsek cerrahisi alanına girmektedir. Avicenna Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji bölümü operatör doktorları, omuz ve dirsek ameliyatı alanında gelişen tıbbın en doğru bilgilerini ve tekniklerini uygulayarak hastalarına şifa olmaktadırlar.
Omuz ve Dirsek Cerrahisi
Dirsek cerrahisi kapsamında uygulanan tedavi bölgelerine omuz bölgesi de girebilmektedir. Omuz ve dirsek cerrahisi birlikte incelenmesi gereken bir bütündür. 
 
Kalça Cerrahisi 
 
Kalça eklemi ve bu eklemin yer aldığı leğen kemiği sağlıklı olarak ayakta durma, yürüme ve koşma eylemlerinde etkili rol oynar. Doğumla birlikte kalça ekleminin ve çevresindeki kemik ve yumuşak dokuların zamanında ve sağlıklı gelişimiyle, ağrısız eklem hareketleri açık olan kalça eklemiyle yaşam kalitesi artar.
Plastik cerrahi veya tam adıyla plastik, rekonstrüktif ve estetik cerrahi, vücut üzerindeki çeşitli yapıların yeniden yapılması, şekillendirilmesi, ciddi doku kayıplarının giderilmesini ve her türlü estetik girişimi kapsayan cerrahi bir disiplindir.Pediatrik plastik cerrahi türü de vardır.Kozmetik, estetik tıp, estetik cerrahi plastik cerrahinin en bilinen kısımlarıdır. Bilinenin aksine plastik cerrahi alanının büyük kısmını  estetik cerrahi dışında rekonstüktif cerrahi, kraniyofasiyal cerrahi, el cerrahisi, el nakli, mikrocerrahi ve yanık tedavisi oluşturmaktadır. Rekonstrüktif ve estetik cerrahi olmak üzere iki ana kategoriye ayrılmıştır
 
Rekonstrüktif cerrahi tüm vücut yüzeyinde deri, deri altı ve kemikleri etkileyen doğumsal veya edinsel her türlü doku ve organ kaybının onarılmasıdır. Bunu yaparken temel kural hangi dokular kaybolduysa ona benzer dokularla onarım yapmaktır. Örneğin doğumsal olarak oluşan yarık damak-dudak, yapışık parmak (sindaktili), vasküler kitleler (hemanjiomlar gibi); travmatik olarak oluşan yanıklar, trafik kazalarına bağlı yüz yaralanmaları, çeşitli kesiler ve uzuv kopmaları; edinsel olarak oluşan çeşitli deri ve yumuşak doku tümörleri, kronik yaralar bu cerrahi disiplin alanı içindedir. Kemik (özellikle yüz, kafa ve el kemikleri) ve kıkırdak çatıdaki (kulak ve burun kıkırdakları gibi) kayıplar, şekil bozuklukları, patolojik olaylar (tümör, kist, enfeksiyon vb) yine plastik cerrahi uğraşı alanı içindedir. Bunun için klasik cerrahi yöntemler yanında mikrocerrahi, lazer sistemleri, endoskopi ile çeşitli kimyasal ajan ve ilaçlardan yararlanabilir.
 
Estetik (veya kozmetik) cerrahi ise vücut imajının daha güzel ve mükemmele ulaştırılmasını sağlamak için yapılan operasyon ve girişimlerle uğraşır. Burada tıbbi bir problemden çok estetik problemler vardır.
 
Rinoplasti – Estetik burun ameliyatı
En çok yapılan estetik cerrahi operasyonlarından biridir rinoplasti. Bu operasyonla burun küçültülebilir veya büyütülebilir. Burun kemeri alınabilir, burun ucu kaldırılabilir veya inceltilebilir, burun tabanı daraltılabilir, burun delikleri küçültülebilir. Nefes alma problemleri giderilebilir.
 
Memede estetik operasyonlar
Meme bir kadına kadınlığını hissettiren en önemli organlardan biridir. Estetik cerrahi operasyonları ile küçükse büyütülebilir, büyükse küçültülebilir, sarkıksa dikleştirilebilir, iki meme arasında asimetri varsa düzeltilebilir. Erkeklerdeki meme büyümesi (jinekomasti) daha çok yağ doku artışı şeklindeyse liposakşın ile meme dokusunda artış varsa kesilip çıkarılarak küçültülebilir.
 
Liposuction (Liposakşın) – Yağ alma ameliyatı
Vücuttaki istenmeyen yağ birikimlerinin kanüller ve bir aspiratör yardımıyla dışarı alınması işlemidir liposuction. Bir zayıflama yöntemi olmayıp vücut şekillendirme operasyonudur. Eğer üzerindeki derinin yapısı uygunsa hemen her bölgeye uygulanabilir.
 
Karın germe
Özellikle doğum veya aşırı kilo kaybı sonrası karın bölgesinde oluşan gevşeme ve sarkmanın düzeltilmesidir. Birlikte yağ fazlalığı da varsa liposakşın ile birlikte yapılabilir. Gevşeyen kaslar sıkılaştırılır. Sarkmış deri ve yağ fazlalıkları çıkarılır. Karın bölgesi daha sıkı, gergin ve düz bir görünüm kazanır.
 
Blefaroplasti – Göz kapaklarının estetik ameliyatı
Yaşlanma, yerçekimi ve genetik faktörlerin etkisiyle alt ve üst göz kapaklarında kişiyi daha yaşlı, yorgun ve uykulu gösteren birtakım değişiklikler ortaya çıkar. Bu değişiklikleri ortadan kaldırma yöntemlerinden bir taneside blefaroplasti olmaktadır. Torbalanmış yağ dokularının alınması, sarkmış deri ve kas dokusunun çıkarılması kişiye daha dinç ve genç bakışlar kazandırır. Kaş kaldırma ameliyatı ile birlikte yapılırsa sonuç daha belirgin ve kalıcı olur.
 
Kaş kaldırma ameliyatı
Kaşların dış-uç 1/3 kısmının kaldırılması kişiye daha çekici ve dinamik bir görüntü kazandırır. Saç içinden yapıldığı için yüzde herhangi bir iz bırakmaz.
 
Yüz Germe
Kulak önünden saç içine doğru uzanan bir kesiyle fazla deri çıkarılarak sarkmış ve kırışmış yüz ve boyun üst kısmı gerilir. Gereken durumlarda alın germe, göz kapağı ameliyatları, kaş kaldırma, yüze ve dudağa yağ enjeksiyonu gibi ameliyatlarla birlikte yapılarak yüz gençleştirmenin daha mükemmel olması sağlanır.
 
Yüze ve dudağa yağ enjeksiyonu
Yaşlanma ve yer çekiminin etkisiyle yüzdeki cilt altı yağ dokusu azalır ve aşağı doğru yer değiştirir. Bu yağın vücudun başka bir yerinden alınarak yüze enjekte edilmesi cilt altı dokunun desteklenmesini ve güçlendirilmesini sağlar. Tek başına veya başka ameliyatlarla birlikte yapılabilir. Verilen yağ dokusunun %30-40 kadarı ömür boyu kalır.
 
Kulağın estetik operasyonları
En sık rastlanan doğumsal kulak deformitelerinin başında kepçe kulak gelir. ıdeal olan çocuk okula başlamadan hemen önce yapılmasıdır. Erişkin dönemde de yapılabilir. Ameliyat kesisi kulağın arkasında olduğundan herhangi bir iz görülmez.
 
Çene – Elmacık kemiği ameliyatları
Yüz kemiklerindeki yetersiz gelişimi bazı sentetik protezler ile tamamlamak yüz hatlarını belirginleştirip daha dengeli ve estetik bir yüz görünümü kazandırır.
 
Bacak estetiği
Bacak estetiği, vücut güzelliğinin önemli bir parçası olan bacaklardaki fazla yağ dokusu liposakşınla alınabilir, kasıklardaki sarkmalar fazla derinin çıkarılmasıyla giderilebilir ve diz altı bölgedeki eğrilikler iç kısımlara protezler yerleştirilerek düzeltilebilir.
 
Kadınlarda genital bölgenin estetik cerrahisi
Mutlu bir cinsel yaşamın sağlanmasında genital bölge estetiği önemli faktörlerden biridir. Sarkmış küçük dudakların küçültülmesi, gevşeyen ve sarkan büyük dudakların yağ enjeksiyonuyla doldurularak desteklenmesi ve vajinanın daraltılması mümkündür.
Romatizma hastalıkları ile iskelet ve kas sistemini tutan her türlü hastalık, Romatoloji bilim dalının uzmanlık alanına girer. Romatoloji kliniklerinde görev yapan romatoloji uzmanları, 6 yıl tıp eğitiminin ardından 4 yıl iç hastalıkları ve 3 yıl romatoloji uzmanlığı eğitimleri alır. Vücutta istemli hareketlerin gerçekleştirilmesinde görevli olan kemik ve eklemlere ilişkin hastalıklar, yumuşak doku hastalıkları, otoimmün hastalıklar, genetik bağ dokusu hastalıkları ile vücutta hareket kısıtlılığı, ağrı, şişkinlik ve şekil bozukluğuna neden olan her türlü hastalığın tedavisinde romatoloji kliniklerinden destek alınır. Romatoloji birimleri hem yetişkinlere hem de pediyatri kliniklerinin bir alt dalı olarak çocuklara hizmet verir.
 
Romatoloji bölümünde, romatizmal hastalıkların tanı ve tedavisine yönelik hizmetler sunulur. Tüm tanı ve tedaviler, alanında uzman hekimler tarafından son gelişmelerin ışığında başarıyla gerçekleştirilir. Romatizmal hastalıklar yalnızca iskelet ve kas sistemi ile sınırlı kalmayıp vücudu pek çok farklı yönden etkileyebilir. Bu nedenle romatolojik hastalıkların tedavisinde gerektiğinde başka branşlardan da destek alınır. Fizik tedavi, ortopedi, nöroloji, ağrı polikliniği ve endokrinoloji branşları bunların başında gelir. Multidisipliner bir ekip tarafından tanı ve tedavi işlemleri titizlikle gerçekleştirilen hastalıkların tedavisine çok yönlü bir bakış açısı ile yaklaşıldığından tedavide başarı oranı artar.
 
Romatoloji kliniklerinde aşağıdaki hastalıkların tanı ve tedavileri gerçekleştirilir:
 
Romatoid Artrit
İltihaplı romatizma olarak da bilinen bir eklem iltihabı türü olan romatoid artrit, el bileği ve ayak eklemleri gibi küçük eklemlerde tutuluma neden olan bir eklem hastalığıdır. Tutuluma neden olduğu eklemde ağrı ve şişliklerin yanı sıra sakatlığa kadar ilerleyebilen sorunlara yol açabilen bu hastalık, aynı zamanda akciğer ve böbrek gibi organlarla deride veya sindirim sisteminde de tutulum ve hasarlara yol açabilir. Hastalığın kesin bir tedavisi henüz bulunmasa da semptomların ortadan kaldırılması ve ilerleyişin önlenmesi özellikle erken tanı ve tedavi alan hastalarda mümkün olabilir.
 
Kireçlenme (Osteoartrit)
Halk arasında kireçlenme olarak bilinen osteoartrit, özellikle ileri yaşlardaki bireyleri etkileyen ve çok sık olarak karşılaşılan bir dejeneratif eklem hastalığıdır. Yaygın olarak kalça, eller ve bilekler, diz, omurga gibi eklemlerde görülse de vücudun tüm eklemlerinde görülebilme olasılığı vardır. Erken teşhis, tedavi başarısı üzerinde oldukça etkilidir. Tedavi sürecinde ilaç kullanımı, beslenme düzeninin sağlanmasına ilişkin önlemlerin alınması, düzenli egzersiz, fizik tedavi ve gerekli görülmesi durumunda eklem içi enjeksiyonlar ile cerrahi operasyonlar yer alır.
 
Sjögren Sendromu
Gözler ve ağızda kuruluk ile karakterize bir otoimmün hastalık olan Sjögren Sendromu, iki farklı türe sahiptir. Primer Sjögren Sendromu yalnızca belirtilen kuruluk sendromu ile ilgilidir ve vücudun farklı kısımlarını etkileyen herhangi bir soruna yol açmaz. Sekonder Sjögren Sendromu ise Lupus, Romatoid Artrit gibi romatizmal eklem hastalıkları ile bir arada görülür. Tedavide bağışıklık sistemini baskılayıcı kortikosteroid ve benzeri ilaçlar ile ağız ve gözlerdeki kuruluğu önleyici uygulamaların yanı sıra romatizmal eklem hastalıklarının da söz konusu olduğu durumlarda bunlara yönelik tedavi uygulanması gerekir.
 
Akut Eklem Romatizması
Her yaştan bireyde görülebilmekle birlikte 5-15 yaş aralığındaki çocuklarda daha sık görülen akut eklem romatizması; vücuttaki eklemleri, sinir sistemini, deri ve kalbi etkileyebilen bir tür romatizmal hastalıktır. Genelde streptokokların neden olduğu boğaz enfeksiyonlarının ardından ortaya çıkar. Tedavide antibiyotikler ve eklem iltihaplarını önlemeye yardımcı ilaç uygulamaları, bazı durumlarda da kortikosteroid uygulamalarından yararlanılır.
 
Fibromiyalji
Yumuşak dokularda ortaya çıkan romatizma ağrıları, fibromiyalji olarak adlandırılır. Orta yaştaki bireylerde ve kadınlarda daha yaygın olarak görülen bu hastalık halsizlik, kas ağrıları, uyku bozuklukları gibi pek çok olumsuzluğa neden olur. Tedavide semptomların ortadan kaldırılmasına ve uyku düzeninin sağlanmasına yardımcı ilaç tedavileri ile fizik tedavi uygulamalarından yararlanılır.
 
Gut ve Pseudogut (Kondrokalsinoz)
Eklemlerde şiddetli ağrıların oluşumuna yol açan gut hastalığı, genetik bozukluklar veya dengesiz beslenme nedeniyle ortaya çıkabilir. Ürik asitin vücuttan atılamayarak dokularda birikmesinden kaynaklı olarak gelişen bu hastalıkta sağlıklı yaşam tarzının benimsenmesi, spor, protein içeriği azaltılmış dengeli bir beslenme programının uygulanması ile semptomların önlenmesine yardımcı ilaç uygulamaları tedavi ilkeleri arasında yer alır. Belirtileri gut hastalığı ile hemen hemen aynı olan pseudogut ise eklemlerde ürik asit yerine kalsiyum tuzlarının birikmesi şeklinde gelişir ve tedavi sürecinde gut hastalığının tedavisinde de kullanılan birtakım ilaçlar ile semptomatik tedavi sağlayan antiinflamatuvar ilaçlar kullanılır.
 
Osteoporoz, Osteomalazi, Paget hastalığı
İlerleyen yaş ile birlikte kemiklerde yıkımın artması, artan kalsiyum ve D vitamini ihtiyaçlarının tam olarak karşılanamaması nedeniyle kemik yoğunluğu düşerek kemiklerin eskiden oldukça sağlam olan iç kısımları süngerimsi ve gözenekli bir yapıya dönüşür. Bu durum osteoporoz veya kemik erimesi olarak adlandırılır. Kemik yıkımının çok fazla olduğu durumlarda gelişen Paget hastalığı, osteoporoz hastalarında gelişme riski yüksek olan bir hastalıktır. Bu hastalıkta kemiklerdeki yıkıma bir tepki olarak kemik yapımı hızlanır, fakat kemikler yerleşme düzeni ve sertliğinde bozukluklar söz konusudur. Bir diğer kemik hastalığı olan osteomalazi ise, D vitamini yetersizliğine bağlı olarak her yaştan bireyde görülebilen kemik yumuşaması olarak da bilinen bir hastalık türüdür. Her üç hastalık da romatoloji kliniklerinin uzmanlık alanında yer alır.
 
Behçet Hastalığı
Vücutta yer alan kan damarlarının iltihaplanması (vaskülit) şeklinde oluşan hastalık, Behçet hastalığı olarak adlandırılır. Ağızda ve genital bölgede yara oluşumları, gözde iltihaplanma gibi sorunlara yol açan bu hastalığın oluşumunda çoğunlukla genetik faktörler etkilidir. Sistemik bir hastalıktır ve birçok doku ve organı etkileyebilir. Bu nedenle tedavi süreci uzun sürelidir, hastalar sürekli olarak takip altında tutulmalıdır. Tedavide kortikosteroidler, immün sistemi baskılayıcı ilaçlar, deride oluşan lezyonlar için kremler ve iltihaplanmanın tedavi edilebilmesini sağlayan antibiyotiklerden faydalanılır.
 
Ailevi Akdeniz Ateşi
İngilizce adının kısaltması olan FMF hastalığı olarak da bilinen Ailevi Akdeniz Ateşi; karında, eklemlerde ve akciğerlerde şiddetli ağrılar, yüksek ateş gibi belirtilerle kendini gösteren genetik bir hastalıktır. Bu hastalıkta kalıtımsal bozukluklara bağlı olarak ataklar şeklinde sürekli tekrarlayan iltihaplanmalar söz konusudur. Tedavide erken teşhis büyük bir öneme sahiptir. Hastalığın kesin bir tedavisi olmamasına karşın birtakım ilaçların kullanımı ile organlarda hasar oluşumunun önlenmesi ve ataklarda gelişen semptomların önemli ölçüde azaltılabilmesi mümkündür.
 
Bel ve Boyun Ağrıları
Bel ve boyun bölgesinde oluşan ağrılar, halk arasında oldukça yaygın olarak görülebilen sağlık sorunlarıdır. Bel ve boyunda gelişen ağrıların pek çok sebebi olabilir. Bunlar arasında romatizmal hastalıklar da yer alır. Bu nedenle öncelikli olarak ağrıların sebebinin anlaşılmasına yönelik kan testi ve tıbbi görüntüleme tekniklerinden yararlanılmalıdır. Ağrıya neden olan sorun tespit edildikten sonra hastalar ilgili tıbbi birime yönlendirilir.
 
Damar İltihapları
Damarların iltihaplanması (vaskülit), mikrobik ajanlara bağlı olarak gelişen iltihaplanmalardan farklı olarak vücudun kendi dokularına karşı bağışıklık geliştirilmesi (otoimmün mekanizmalar) sonucunda gelişen bir sağlık sorunudur. Eklem ve kas ağrıları, ateş, kilo kaybı ve yorgunluk gibi sorunlara yol açan vaskülit, organ hasarlarına kadar varabilen ciddi sorunlara yol açabilir. Tedavinin büyük bir kısmı bağışıklık sistemini baskılayıcı ilaç kullanımından oluşur ve uzun süreli bir takip gerektirir.
 
İnfeksiyöz Artritler
Bakteri, virüs ve mantar gibi mikroorganizmaların enfeksiyonlarından kaynaklı olarak ortaya çıkan artritler, infeksiyöz artrit olarak adlandırılır. İnfeksiyöz artritler tek bir eklemde ortaya çıkabileceği gibi vücudun birden fazla ekleminin birden iltihaplanmasına da neden olabilir. Tedavide asıl amaç, enfeksiyona neden olan mikroorganizmanın tam olarak belirlenerek buna yönelik biyolojik tedavinin antibiyotik, antiviral veya antifungal ilaçların kullanımı ile gerçekleştirilmesidir.
 
Sistemik Hastalık Seyrinde Görülen Romatizmal Bulgular
Vücudu tümüyle tutarak birçok doku ve organı etkileyebilen hastalıklar, sistemik hastalık olarak adlandırılır. Bağ dokusu hastalıkları, sindirim sistemini etkileyen Crohn hastalığı, diyabet, tiroid hastalıkları, Behçet hastalığı gibi hastalıklar bunlara örnek olarak verilebilir. Sistemik hastalıklarda romatizmal bulguların görülmesi de oldukça sık karşılaşılan bir durumdur. Bu durumda hastalığa yönelik olarak uygulanan tedavinin yanı sıra romatoloji kliniklerine yapılacak konsültasyonlar ile romatizmal bulgulara yönelik tedavilerin uygulanması da gerekebilir.
 
Eğer siz de yukarıdaki hastalıklardan herhangi birine sahipseniz veya bu hastalıklara ilişkin belirtiler taşıyorsanız romatoloji kliniklerine başvurarak henüz tanısı koyulmamış sağlık sorunlarınıza ilişkin muayeneden geçebilir, tanısı koyulmuş romatolojik hastalıklarınız için tedavi sürecinizi planlayabilirsiniz.
Genetik Hastalıklar Tanı Merkezlerimizde modern güncel cihazlarımız ile gebelik öncesi süreçten itibaren her türlü kalıtsal hastalığın tanı, takip ve tedavisi için kaliteli ve güvenilir poliklinik ve laboratuvar hizmetleri verilmektedir. 
 
Genetik Polikliniklerimizde verilen başlıca hizmetler;
 
  • Her türlü nadir hastalığı olan çocuk ya da erişkin bireyler.
  • Yenidoğan bebekte genetik hastalık şüphesi, her türlü kas hastalıkları
  • Büyüme-gelişme geriliği, kısa boyu olan çocuklar
  • Cinsiyet gelişim bozuklukları
  • Akraba evliliği olup gebelik öncesi ya da gebelik sürecinde olanlar
  • Riskli Gebelikler (Ultrason anomalili, Tarama riski olan gebeler)
  • Tekrarlanan gebelik kayıpları (2 yada daha fazla düşük)
  • Çocuk sahibi olamama (infertilite)
  • Tüp bebekte embriyo analizi gereken preimplantasyon genetik tanı (PGD, PGS) danışmanlığı
Genetik Laboratuvarlarımızda  verilen başlıca hizmetler; Genetik Hastalıklar Tanı Merkezimizde hemato-onkoloji, kadın-doğum, çocuk hastalıkları başta olmak üzere tüm branşlarda endikasyona uygun şekilde tek bir numuneden, tüm sitogenetik ve moleküler genetik test hizmetleri sunulmaktadır.
 
Tüm Ekzom Analizleri (WES) ve NGS (Next Generation Sequencing-Yeni Nesil Sekanslama) Panelleri
 
Bu amaçla bir insandaki tüm genler (yaklaşık 23.000 gen) genetik olarak analiz edilerek yaklaşık 7000 civarında hastalığı taramaktayız.
Merkezimizde birden fazla genin eşzamanlı olarak analiz edildiği “Tüm exom dizi analizi” (WES), klinik ekzom dizi analizi (CES) ve NGS panelleri test hizmetleri sunulmaktadır. Bu testler ile ayrıntılı klinik ve laboratuvar değerlendirilmesi yapılan, fakat tanı konulamayan genetik, metabolik/nörometabolik hastalığı olan bireylerde sorumlu genlerin tespit edilmesi ve hastaların tanı alması sağlanmaktadır.
 
Preimplantasyon Genetik Tanı (PGD)
Tek gen hastalıklarına (talasemi, Kistik fibrozis gibi mutasyonu bilinen tüm tek gen hastalıkları ve HLA doku uyumu gerektiren hastalıklara) yönelik Genetik olarak Embriyo ayıklama işlemi PGD (Preimplantasyon Genetik Tanı) yapılmaktadır.
Down Sendromu örneğinde olduğu gibi kromozom bozukluklarıyla giden hastalıklar için tüp bebek aşamasında embriyo ayıklaması PGS (Preimplantasyon Genetik Tarama) uygulamaları yapılmaktadır.
Fetal DNA, NIPT  (Non İnvaziv Prenatal Testler)
Merkezimizde Next Generation Sequencing teknolojisi ile Gebelerde anne kanından Kistik Fibrozis, Talesemi, Noonan Sendromu, Osteogenezis İmferfecta gibi 44 adet tek gen hastalıklarının tanısı ile (Non İnvaziv Prenatal Tanı), fetüsün tüm kromozomları sayısal ve yapısal olarak taranabilmektedir.(Non invazif Prenatal Tarama).
NGS Test Panelleri
Kanser Genetiği Panelleri (Meme ve Over Kanseri, Herediter Kanserler Kapsamlı Tarama)
Nöroloji (Nöropatiler, Nöromusküler Hastalıklar, Artrogripozis…)
Kardiyovasküler (Kardiyomiyopati, Aritmiler, Vasküler & Konnektif Doku Hastalıkları…)
Endokrin Bozuklukları (Diabet-Obezite, MODY…)
Hematoloji (Kemik İliği Yetmezliği, Koagulasyon Eksikleri, Trombozis…)
Metabolizma Bozuklukları (Glikojen Depo Bozuklukları, Lizozomal Depo Bozuklukları…)
Medikal Onkoloji Nedir?
 
Kanser teşhisi konulan hastaların tanılama, tedavi planlaması ve tedavi sürecinde titiz bir uygulamaya tabi tutulması gerekmektedir. Multidisipliner bir yaklaşıma sahip olan medikal onkoloji birimi, hastanın tedavi sürecinin başarılı bir şekilde yürütülmesi ve bu sürecin her aşamasının takip edilmesi aşamalarında katılımcı olarak yer almaktadır. Uzman medikal onkologların yürüttüğü bu süreç, hastanın rahat bir tedavi aşaması geçirmesi için bütün hazırlıkların yapılması ile başlamaktadır. Tespit edilen kitlenin büyüklüğü ve huy durumuna göre ise kemoterapi ya da ilaç tedavisi seçimi yapılarak tedavi süreci devam etmektedir.Medikal onkoloji birimi; radyoloji, patoloji, nükleer tıp, radyasyon onkolojisi ve diğer dahiliye birimleri ile iş birliği yaparak tedavinin sağlıklı bir şekilde sürdürülmesi için gerekli bütün önlemleri almaktadır. Tedaviye gereksinim duyan kanser hastalarının yanı sıra kanser şüphesi taşıyan kişilerin de bütün test ve tetkikleri hassasiyetle gerçekleştirilmektedir. Böylece kanser hücresinin erken teşhis edilmesi sağlanarak hızlı bir şekilde tedavi aşamasına geçilmektedir.Kanser tedavisi için gerekli olan kemoterapi süreci, medikal onkoloji servisinde ayakta tedavi ile gerçekleştirilmektedir. Hastanın genel sağlık durumunun ayakta tedaviye izin vermemesi gibi durumlarda ise uzman onkologun onayıyla yatarak tedavi işlemleri başlatılmaktadır. Tedavi gören hasta, yatışından itibaren tedavi aşamaları ile ilgili doğru bilgilere erişmek için doktor ile sürekli iletişim halinde kalmaktadır. Bunun yanı sıra hasta yakınları da sürecin işleyişi hakkında daha detaylı bilgi almak için medikal onkoloji hemşireleri ve servisin klinik psikologlarından danışmanlık alabilmektedir. 
 
Medikal Onkoloji Hangi Hastalıklara Bakar?
 
Medikal onkoloji, kanser ile ilgili kemoterapi ve destek hizmetleri vermesinin yanı sıra hastalarına geniş çaplı bir tedavi alanı sağlamaktadır. Kemoterapi, algoloji, immünoterapi, semptomatik tedavi, kemoterapi sonrası beslenme ve psikolojik destek hizmetleri; medikal onkoloji birimine başvuran hastalara verilen hizmetler arasında yer almaktadır.Kanser hastalıklarında sıkça tercih edilen tedavi yöntemleri arasında yer alan kemoterapi, kanser hücrelerinin vücut içerisinde çoğalması ve büyümesini önlemek için kullanılmaktadır. İlaç takviyeli bir tedavi yöntemi olan kemoterapi, tıbbın gelişmesiyle beraber artık daha kolay şekilde gerçekleşmektedir. Kemoterapi tedavisinde kullanılacak ilaçlar; kanserli hücrelerin iyi ya da kötü huylu olması, yayılıp yayılmadığı ve vücut direnci gibi etkenlere göre belirlenir. Ayrıca onkologun koyduğu teşhise bağlı olarak birden fazla kemoterapi ilacı da karma olarak kullanılabilmektedir. Tedavi kürleri bu unsurlara göre belirlenmekte, hastanın seyrine göre doz artırımı ya da azaltımı yoluna gidilebilmektedir.İmmünoterapi ise kanser hastalıklarında kullanılan yeni ve güncel bir tedavi yöntemi olarak dikkat çekmektedir. Kemoterapiye kıyasla daha etkili sonuçlar veren immünoterapi, damar yoluyla verilen plazmanın bağışıklık sistemini güçlendirmesini ve hücrelerin kendi kendine yenilenmesini sağlamaktadır. Bu sayede hücreler kanserli hücrelere karşı bağışıklık kazanmakta, kanserli hücrelerin direnci ise bir süre sonra zayıflamaktadır. Öte yandan immünoterapi tedavisinde saç dökülmesi, mide bulantısı ve mide yanması gibi yan etkiler görülmez. İmmünoterapi tedavisinin uygulanması için kanser tedavisinin 4. faza ulaşması ya da kanserli hücrelerin metastaz yapması şartı aranmaktadır.Erken tanı konulan kanser hastalarında yayılmayı önlemek ve yan etkileri en aza indirmek için semptomatik tedavi yöntemleri kullanılabilmektedir. Tedavi sürecinde vücut direncinin düşmesi durumunda kanserli hücreler daha hızlı yayılmakta, bu da daha farklı semptomlar gözlemlenmesine neden olmaktadır. Destekleyici tedavi kapsamındaki semptomatik tedavinin amacı, farklı belirtilerin gözlemlenmesini önleyerek hastanın tedavi sürecini daha rahat bir şekilde geçirmesidir. Bunun yanı sıra, kanserde ileri safhalara ulaşılmışsa ve tedavinin devam etmesi konusunda zorluklar yaşanıyorsa, semptomatik tedavi süreci başlatılarak yan etkilerin giderilmesi sağlanmaktadır.Kanser tedavisi hangi safhada olursa olsun, onkoloji uzmanlarının önerdiği bir diğer yardımcı tedavi de algoloji olmaktadır. Kanser tedavisinde iltihap nedeniyle meydana gelen ağrılar, hareketsiz kalmadan ötürü oluşan kas ağrıları ve tedavi sonrası kronik ağrılar yaşanabilmektedir. Bu ağrıların giderilmesi açısından da algoloji tedavilerine başvurulmaktadır. Kemoterapi sonrasında oluşan ağrılar, algoloji uzmanının uyguladığı krem, losyon, sprey ve ilaç tedavisi yardımıyla hızlı bir şekilde giderilmektedir. Ayrıca sinirsel ve hareketsel olarak vücudun etkilendiği durumlarda da sinir blokları ve ağrı pompası gibi tedavi yöntemlerine başvurulabilmektedir.Yapılan araştırmalar, kanser hastalığını yenmek için en önemli dirençlerden birisinin sağlıklı ve dengeli beslenme olduğunu ortaya koyuyor. Medikal onkoloji birimi, hastaları için vücut direncini üst seviyede tutacak beslenme önerileri paylaşarak bağışıklık sisteminin kuvvetli bir biçimde kalmasına yardımcı olmaktadır. Bilindiği üzere kanser tedavisinin başarıya ulaşması ile bağışıklık sisteminin güçlü olması arasında doğrudan bir bağlantı bulunmaktadır. Bunun için onkoloji uzmanları ve diyetisyenler, kanser tedavisi gören hastalar için bağışıklık sistemini güçlendirici bir beslenme takvimi belirlemektedir.Kanser hastalığını yenmek için vücut direncinin kuvvetli olmasının yanı sıra psikolojik açıdan da motive olmak çok önemlidir. Ağır tedavi sürecinin psikolojik çöküntüye neden olduğu hastalar, bir süre sonra vücut direnci ve bağışıklığı açısından olumsuz yönde etkilenebilmektedir. Aile ve yakın çevrenin yanı sıra medikal onkoloji biriminin katkı sağlayacağı psikolojik destek süreci, hastanın sağlıklı bir tedavi süreci geçirmesine doğrudan etki ederek mental açıdan rahatlık sağlamaktadır.
Üroloji kadın ve erkek idrar yolları ile erkek üreme organlarını inceleyen tıbbi bilim dalıdır. Böbrekler, üreterler, mesane, üretra, testisler, penis, skrotum ve prostat bezi gibi organlara ilişkin tüm hastalıkların tanı ve tedavi işlemleri, üroloji kliniklerinin uzmanlık alanına girer. Bu birimlerde hizmet veren üroloji uzmanları, altı yıllık tıp eğitiminin ardından beş yıl süren üroloji uzmanlığı eğitimini almış hekimlerdir. Aynı zamanda cerrahi tıp dallarından bir tanesi olan üroloji kliniklerinde görev yapan ürologlar, gerekli durumlarda hastalara tanı ve tedavi amaçlı cerrahi müdahalelerde de bulunabilir.
 
Erkek üreme sistemi ve üriner sisteme ilişkin hastalıklar ile anatomik veya fizyolojik nedenlere bağlı bozuklukların teşhis ve tedavisinin yapıldığı üroloji bölümlerimizde uzman hekim kadromuz ve deneyimli sağlık personellerimiz görev almaktadır. Hastanelerimizde son teknoloji yöntemler ile teşhis edilen hastalıklar; medikal tedaviler, endoskopik uygulamalar, açık veya laparoskopik cerrahi operasyonlar ve robotik cerrahi gibi yöntemlerle tedavi edilir. Kamera sistemi ile böbrek taşı tedavisi (Retrograde Intrarenal Cerrahi-RIRIC), kapalı böbrek taşı ameliyatı (PNL sistemi) ve ESWL uygulaması (taş kırma) üroloji kliniklerimizde gerçekleştirilen uygulamalar arasında yer alır. Böbrek kanserleri, böbrek üstü bezi (Sürrenal-Adrenal) ile ilgili hastalıklar, üreter hastalıklar, mesane, prostat ve testis hastalıklarının tedavileri uzman hekim kadromuz tarafından gerçekleştirilir.
 
Üroloji kliniklerimizde tedavi planının belirlenmesinden önce uygulanan tanı yöntemlerimiz şunlardır.
 
Bilgisayarlı Tomografi (BT)
Bilgisayarlı tomografi, birden fazla açıdan çekilen röntgen görüntülerinin birleştirilmesiyle yumuşak dokular ve damarların yanı sıra kemiklerin görüntülerinin üç boyutlu bir şekilde oluşturulması işlemidir. Hasta, bir masada yatarken etrafında sürekli olarak dönen tomografi cihazı görüntüleri tespit eder. Elde edilecek üç boyutlu görüntünün daha net olması için bilgisayarlı tomografiye girecek olan hastanın üzerinde hasta önlüğü dışında hiçbir materyal bulunmamalıdır. Hastanın üzerinde bulunacak materyaller ışınları etkileyerek görüntünün bozulmasına yol açar. Yine görüntünün net olabilmesi açısından hasta işlem süresince hareketsiz durmalıdır. Bilgisayarlı tomografi yüksek oranda radyasyon yaydığından gebeler veya gebelik şüphesi olanlar bilgisayarlı tomografiye alınmazlar. Böbrek, üreter ve mesanede bulunan taşların görüntülenmesi, üriner sistem ve erkek üreme organlarına ilişkin tümörlerin ve bu organlara ilişkin travmaların araştırılması, üroloji kliniklerinde BT uygulamasının en çok tercih edildiği durumlardır.
 
Manyetik Rezonans Görüntüleme (MR)
Vücuttaki organların veya dokuların radyo dalgaları ve manyetik alan kullanılarak görüntülenmesi işlemine MR denir. MR tekniğinde radyasyon ışınları yerine radyo dalgaları kullanıldığından birçok hastada güvenle kullanılabilir. Gebeliklerde dahi hekim tarafından uygun görülmesi durumunda MR uygulaması yapılabilmektedir. Üroloji kliniklerinin uzmanlık alanına giren birçok hastalığın tespiti için MR görüntülemesine başvurulabilir. Prostat kanseri ve iyi huylu prostat büyümesi başta olmak üzere üriner sistem ve erkek üreme organlarına ilişkin tüm kanserlerin teşhisinde ve takibinde tercih edilebilir. Uygulama sırasında hastanın üzerinde bulunan metal eşyalar manyetik alanı etkileyeceğinden sağlıklı bir görüntü elde edilemez. Bu nedenle hasta yalnızca önlük ile uygulamaya girmelidir veya üzerinde hiçbir metal materyalin bulunmadığı iç çamaşırlarını tercih etmelidir.
 
Ultrason (Üriner USG, Doppler USG, Transrektal USG)
Ultrason, vücudun içerisinde bulunan ve özellikle de karın boşluğu içerisinde yer alan organları incelemek ve görüntülemek için kullanılan bir görüntüleme tekniğidir. Çeşitli hastalıkların tanısında, bu hastalıkların tedavisinde ve biyopsi işlemlerinde ultrason tekniğinden yararlanılır. Ultrasonun vücut açısından herhangi bir zararı tespit edilmemiş olup yaygın olarak hamilelikte bebek gelişimini izlemek için kullanılır. Bunun yanında yumuşak dokunun incelenmesi ve kalp damar hastalıklarının tespiti için de kullanılır. Üroloji kliniklerinde prostat bezine ilişkin kanser ve benign prostat büyümesi gibi hastalıkların tespiti için Kransrektal USG (TRUS), üriner sisteme ilişkin her türlü hastalığın araştırılması amacıyla Üriner USG ve bu bölgelerde tespit edilen tümör ve benzeri yapılanmalardaki damarların incelenmesini sağlayan Doppler USG yöntemleri sıklıkla kullanılır.
 
Ürodinami Testi
Mesane fonksiyonlarını ölçmek için kullanılan ürodinami testi, sonda yardımıyla sıvı ile doldurulan mesanede boşaltım sırasında meydana gelen olayların bilgisayar ile kaydedilmesi şeklinde gerçekleştirilir. Kaydedilen veriler uzman hekimler tarafından incelenir ve mesane hastalıklarının tespiti açısından yorumlanır. Bilgisayar ile kaydedilen olaylar idrar yolu enfeksiyonu açısından da uzmana bilgi verebilir. İdrar kaçırma hastalıkları ve prostat hastalıklarında tedavi sonrası oluşabilecek komplikasyonların tanılarının koyulması için ürodinami uygulanabilir. Sık idrara çıkma, idrar kaçırma, idrar yapmakta zorlanma gibi sorunları olan hastalarda da ürodinami testine sıklıkla başvurulur.
 
Voiding Sistoüretrografi (VSUG)
Mesaneye sonda aracılığıyla kontrast madde verilerek boşaltım sırasında mesanenin ve idrar kanallarının görüntülenmesine imkan veren tıbbi teknik, Voiding Sistoüretrografi yöntemi olarak adlandırılır. Genellikle idrarın, idrar kanallarından geriye doğru kaçması durumlarında kullanılır. İdrarın kanallardan geriye kaçması, zamanında tedavi edilmemesi durumunda böbrekleri etkilemeye başlayarak ciddi hastalıkların oluşumuna zemin hazırlayabilir. Tıbbi adı vezikoüreteral reflü olan bu durum aynı zamanda böbreklerin genişlemesine de yol açar. Hastalığın teşhisi amacıyla VSUG yöntemi uygulanırken mesaneye gönderilen X ışınlarını etkileyeceğinden hastanın üzerinde metal materyallerin bulunmaması gerekir. Bu nedenle işlem öncesinde hastanın kıyafetlerinde herhangi bir metal parçanın yer almadığından emin olunmalıdır.
 
Laboratuvar Tetkikleri
Üroloji kliniklerinde hastalıkların tanısı için kan ve idrar tetkiklerinden de yaygın olarak faydalanılır. Kan ve idrarda meydana gelen değişiklikler hastanın durumu hakkında uzmana bilgi verir ve tedavi sürecinin belirlenmesine ışık tutar. Sperm analizi, tümör markerlarının araştırılması, bakteri ve virüs taramaları, çeşitli proteinlerin ve enzimlerin araştırılması üroloji kliniklerinde sıklıkla kullanılan laboratuvar tetkiklerinden yalnızca birkaçıdır. Bunların dışında ürolojik hastalıklardan etkilenebilecek diğer her türlü parametrenin değerlendirilebilmesi için vücudun farklı bölgelerinden alınan örnekler incelenmek üzere ilgili laboratuvarlara gönderilebilir.
 
PSA Testi
Prostat Spesipik Antijen olarak adlandırılan PSA, prostatta üretilir ve erkeklerde meninin akışkanlığını düzenler. PSA az bir miktarda da olsa kanda dolaşım halindedir. Prostatın anormal çalışması durumunda kana geçen PSA miktarı etkilenir. Prostat bezine ilişkin herhangi bir hastalığın varlığı durumunda kandaki PSA düzeyinde genellikle artış gözlenir. PSA testi, hastadan alınacak kan örneğinin laboratuvar ortamında incelenmesidir. Hastanın tok veya aç olması kandaki PSA oranını etkilemeyeceğinden her iki durumda da kan testi yapılabilir. Prostatla ilgili her türlü hastalığın araştırılma sürecinde PSA testinden yararlanılır.
 
Prostat Biyopsisi
Prostat biyopsisi, prostattan özel tıbbi ekipmanlar aracılığıyla parça alma işlemidir. PSA testi tümör markerları prostat hastalıklarına ilişkin bilgi verse de prostat kanserinin en kesin tanısı, biyopsi sonuçlarının değerlendirilmesi ile konulabilir. Prostattan alınan parça çeşitli kimyasallarla etkileşime sokulduktan sonra mikroskop altında incelenir ve değerlendirilir. Elde edilen sonuçlara göre patoloji uzmanı teşhiste bulunur. Erken evrede konulacak tanı hastanın tedavisinde önemli rol oynadığından, prostat kanseri belirtilerinin görüldüğü tüm hastalarda vakit kaybedilmeksizin prostat biyopsisi yapılmalıdır.
 
Eğer siz de üroloji kliniklerinin uzmanlık alanına giren herhangi bir hastalıktan şikayetçiyseniz, bu hastalıklara ilişkin belirtiler taşıyor veya rutin bir üroloji muayenesinden geçmek istiyorsanız üroloji kliniklerimize başvurabilirsiniz. Uzman hekimler tarafından yapılacak olan detaylı muayeneler ve tanı testleri ile olası hastalıklarınızın teşhisinin konulmasını sağlayabilir, tedavi sürecinize bir an önce başlayarak ileride oluşabilecek daha ciddi problemlerin önüne geçebilirsiniz.